Sunuş
Yağız Özgen
Bu metne, sergi türündeki böyle bir organizasyonda, bir küratörden beklenen işlevi yerine getirmeme rağmen, küratör olarak değil, serginin organizasyonunda küratörlük rolünü üstlenen bir sanatçı olarak bulunduğumu belirterek başlamak isterim. Ben bir küratör değilim, ancak bilinçli bir biçimde yapıldığı takdirde her eylemin bir sanat çalışması olarak gerçekleştirilebileceğini düşünüyorum. Mesela nefes almak; doğada yürüyüş yaparken polen toplamak; patates soymak; küçük, orta ve büyük boyutlarda kar topları yapıp tezgâhta satmak; bir kitabı anlayarak okumak veya yalnızca bir şeye dikkatle bakmak... Dolayısıyla sergi organizasyonu sebebiyle yapılan işlerin istisna oluşturması için bir neden görmüyorum. Nitekim, 1957’den günümüze1 küratör olarak sanatçılığın (artist as curator) sanat tarihinde birçok örneği mevcuttur. Fakat sergide bir araya gelen sanat yaklaşımlarının ilişkilenecekleri kavramsal çerçeveye, sergiye katılan sanatçılardan birinin küratör rolünü üstlenerek karar vermesi, üstünde durmak istediğim önemli bir mesele. Sergi hakkında konuşmadan önce bu konuya değinmek isterim.
İlgilendiği konudan bağımsız olarak bir sanat yaklaşımının geliştirilmesi sürecinde, her sanat yapma girişimi sanatın doğasına dair fikir verebilecek potansiyele sahiptir. Yalnızca sunulduğu sırada bile. Buna karşın, geçtiğimiz yüzyılın avangart sanatçıları yalnızca sunuluşu esnasında sanatsal anlamını ortaya koyan bir yaklaşım geliştirmekle yetinmiyorlardı. İçinde yaşadıkları paradigmanın öncüleri olduğunu söyleyebileceğimiz bu sanatçılar, gerek ortaya koydukları sanat yaklaşımlarının biçimsel yapısı konusunda gerekse de genel olarak sanatın doğasına dair bir de üst dil oluşturuyorlardı. Bu dil, sanatın kavramsal gelişimini anlamak için başvurabileceğimiz önemli bir kaynaktır. Tıpkı, parçalarına ayrılmış bir mobilyayı tekrar toplarken işin içinden çıkamadığımızda kullanım kılavuzuna başvurduğumuz gibi, sanatın kavramsal gelişimi sürecinde ortaya çıkan bir çok öncü sanat yaklaşımını bütünsel-bir-sanat-bağlamı içinde ilişkilendirmekte güçlük çektiğimizde de sanat hakkında üretilmiş bu üst dile başvururuz.
Bu bakımdan, düşünce tarihinin her döneminde olduğu gibi çağın sanatsal yaklaşımlarının, zamanın felsefi yaklaşımlarına koşut geliştiğini belirtmekte fayda var. İçinde bulunduğu paradigmanın yaygın felsefi yaklaşımına dayanarak Kavramsal Sanat’ın geliştirdiği sanat yaklaşımı bunun en açık örneklerinden biridir. Nitekim Kavramsal Sanat, icrasını, Analitik Felsefe’nin bulgularını referans alarak gerçekleştiriyordu. Bu yaklaşım içerdiği olguları betimleyerek insanı çevreleyen dış dünyanın dilsel tasarımlarını kurmak yerine; içerdiği tasarımların yapısını çözümleyerek dilin betimlediği dış dünyayı kavramayı amaçlar. Sanatın kendisinin de bir dil olduğu göz önünde bulundurulursa, dili çözümleyerek onun resmettiği dünyayı kavramaya çalışırken Kavramsal Sanat’ın kaçınılmaz olarak sanatın doğası hakkında konuşan bir üst dil kurduğu açıklık kazanır. Tam da bu nedenle Kavramsal Sanat, sanat hakkındaki sanattır.
Elbette insanın, onu çevreleyen dış dünyanın tasarımını kurmak için kullandığı dilin yapısını çözümlemesi, dünyayı daha iyi anlaması için son derece önemlidir. Ancak, sanat yapıtlarının nasıl inşa edilmesi gerektiğine dair Bertolt Brecht ve Walter Benjamin’in fikirlerini takiben tarihçi Hal Foster’ın ifade ettiği gibi, sanat hiçbir zaman eski güzel günlerde yapılan bir etkinlik olmadı. O, her zaman yeni-kötü-günlerde yapılan bir etkinliktir ve içinde bulunduğumuz paradigmanın yeni-kötü-günlerinde bugünün sanatçısı, icra ettiği sanatın biçimsel yapısıyla alakalı bir üst dil kurmuyor.2
Ancak bugünün sanatçılarının, sanatın doğası hakkında susarak doğrudan pratikle ilgileniyor olmaları, konuşma hakkını yalnızca sanat eleştirmenlerine, sanat tarihçilerine, küratörlere, gösterge-bilimcilere veya sanat konusunda düşünen kimi felsefecilere bıraktıkları anlamına gelmez. Bence, bu yaklaşımı, artık dünyaya bakan sanata dair bir üst dil kurmaya sanatçıların eskisi kadar hevesli olmadıkları şeklinde yorumlarsak, sanatın güncel durumu hakkında daha güçlü bir fikre sahip olabiliriz. Nitekim, sanatın böyle bir üst dil oluşturmaktan vazgeçmesinin temelinde yatan nedenlerden birkaçını saptadığımı söyleyebilirim. Öncelikle bugün bir çok sanatçı, gerek sunmuş oldukları düşünsel yaklaşımın yapısı, gerekse de sanatın doğası üzerine bir üst dil kurmadan da herhangi bir sanat yapma girişiminin kendiliğinden (otonom bir şekilde) fikir sağladığını çoktan özümsemiştir. Ayrıca artık sanatçılar, geçtiğimiz yüzyılın avangartlarından farklı olarak, sanatın doğası hakkında susmayı tercih ederek, belki de sanat hakkında çok daha önemli bir şey söylemektedir: Sanat, kendi hakkında sanat yoluyla konuşmaya başladığımız an, olay-formundaki-bir-dünya-anlama-etkinliği olmaktan çıkarak, muhafaza edilmesi gereken atıl bir nesneye dönüşür.
Bu serginin organizasyonunda küratöryel bir takım görevler üstlenmiş bir sanatçı olarak bu iki paradigmayı karşılaştırmamın temel nedeni, aslında bu dünyanın bir bileşeni olup da zaman içinde başkalaşıma uğramayan bir fiziksel nesneden söz edilemeyeceği gibi, zaman içinde değişen böyle bir dünyanın bir parçası olarak insana bağlı (depended) olduğu için köklü bir değişime uğramayacak bir kavramsal yapıdan da söz edilemeyeceğini belirtmektir. Sanırım, insanı çevreleyen dış dünyayı kavramak amacıyla sanat etkinliği içinde bulunan bir kişinin önündeki en büyük sorunsal, gerçekten de değişimin yarattığıdır. Bu sergide mesele edindiğimiz konu da bu, yani nesnelerdeki köklü değişimler veya diğer bir deyişle başkalaşımlar. Bu sorunla baş etmek üzere bir yöntem olarak sergi, sözcük dağarcığı belirtisel (indexical) karakterdeki göstergelerden oluşan bir dil oluşturmayı öneriyor. Daha doğrusu zaten sanat tarihinde örnekleri olan bu yöntemin altını çiziyor.
NEDENSEL İLİŞKİLERDEN BELİRTİSEL GÖSTERGELERE BAŞKALAŞIMLAR
Sergide yer alan çalışmalar, nedensel ilişkilerle birbirlerine bağlanmış olay dizileri olarak tasarlandılar. Kelime hazneleri belirtisel karakterdeki göstergelerden oluşan dinamik diller kurarak sanatçılar kalıcılığını çevresindeki değişime rağmen koruyan nesneler üretmektense, ilgi alanlarına giren belirli olgulara odaklanıp, nesnelerdeki değişimi irdeliyor. Ele alınan konular, televizyonun fiziksel doğasından; bir sanatçının bireysel yaşantısına; canlılığın evrimi sırasında insana özgü eklemli dilin ortaya çıkışından; bir sergide kullanılan elektronik cihazların birim zamanda harcadıkları toplam enerji miktarına kadar çeşitleniyorlar. Dolayısıyla bu sergide bir araya gelen çalışmalar arasında aranması gereken benzerliğin, konu bakımından değil, farklı konuları benzer bir yaklaşımla ele almaları nedeniyle, yöntemsel olduğu söylenebilir.
Tekrar edecek olursak, kendini çevreleyen dış dünyayı kavramaya yönelik olarak sanat etkinliği içinde bulunan bir insanın önündeki en büyük sorunsal, değişimin yarattığı sorunsaldır. Bizi çevreleyen dış dünya, tıpkı, yaklaşık 2500 yıl önce Herakleitos’un tasvir ettiği gibi3, dinginliği, değişimde bulan bir dünyadır.4 Ve bizim, kişiler arasındaki uzlaşımlar yoluyla oluşturmuş olduğumuz göstergeler, böylesine devingen bir dünyayı resmedilebilecek bir güce (ya da kapasiteye) sahip gözükmüyor. Nitekim, kendi aramızda bir göstergenin anlamı konusunda daha uzlaşmadan, hakkında konuşmaya çalıştığımız nesneler, köklü bir biçimde değişiyor. Sahip olduğumuz göstergeler, -anlamları çoğunlukla kişiler arası uzlaşımlar yoluyla belirlenen keyfi (arbitrary) göstergeler olmaları nedeniyle- -devinimi doğal yoldan ve onun akışına uygun şekilde temsil edemiyorlar.
Pragmatizmin kurucusu olarak görülen Charles Sanders Peirce’ın ortaya koyduğu belirtisel gösterge (daha doğrusu im) kavramı, bir sanatçının estetik beğeniye ve tarihsel alışkanlıklara başvurmadan, değişimi temsil edebilmesi konusunda yol gösterici olabilir. Peirce’a göre bir göstergenin, gösterdiği şeye uygunluğu ya da onu temsil etmekteki başarısı, bir nesne/olayın, onu algılayan zihin tarafından başka bir nesne/olayın göstergesi olarak yorumlanması gerçeğine dayanır. Buna göre her nesne veya olay, başka bir nesne veya olayın göstergesi olarak yorumlanabilir.
Öte yandan onu algılayan zihin tarafından gösterge olarak yorumlanacak herhangi bir olay, eğer kendisine neden olan veya kendisinin neden olacağı bir olayı gösteriyorsa (veya anlatıyorsa), o zaman bu gösterge, o olayın bir belirtisel göstergesidir diyebiliriz. Tıpkı, yüzümüzdeki buruşukluğun, can sıkıntısının veya termometredeki civa seviyesinin yükselmesinin, ortamdaki sıcaklığın arttığının bir belirtisi olabileceği gibi. Bu tür göstergeler değişimi kendiliğinden anlatır çünkü bunların malzemesi değişimin ta kendisidir. Bunlar nedensel olarak birbirlerine bağlı iki ayrı olaydır. Fakat aralarındaki bir nedensel ilişki olduğundan yani birinin meydana gelmesi diğerine bağlı olduğundan biri diğerinin belirtisel göstergesi olarak ortaya çıkar.
Göstergeler hakkında Teo Grünberg’in ifadelerini takip edecek olursak, genel olarak bir göstergenin, gösterdiği şey ile bağıntısının ne nedensel ne de mantıksal olduğunu söyleyebiliriz.5 Genellikle bir göstergenin gösterdiği şey ile bağıntısı uzlaşımsal yoldan kurulur. Bu olguyu, “mavi” sözcüğünün, “soğuk renklerden biri” anlamına geldiğini söyleyerek örneklendirebiliriz. Fakat sözcüğün “soğuk renklerden biri” anlamına gelmesinin, sözcüğün içinde ortaya çıktığı Türkçe dilini konuşan bireyler arasındaki uzlaşımlara, dolayısıyla kişilerin özgür iradesine bağlı olduğuna dikkat etmekte fayda var. Öte yandan bu olgudan hareketle göstergelerin, kendisine işaret ettiği şey ile bağıntısının kurulması için geçerli tek yolun kişiler arası uzlaşımdan geçtiği anlamı çıkarılamaz. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, duman, ateşin var olduğuna; bir termometredeki civa seviyesinin yükselmesi, ortam sıcaklığının artmasına; bir insanın yüzündeki ifade ise duygu durumuna nedensel yoldan işaret eder. Burada göstergenin, gösterdiği şeyle ilişkisi doğaldır. Kişiler ya da topluluklar bu gibi doğa olayları arasındaki ilişkiler hakkında ne düşünürse düşünsün, bir ortamın sıcaklığının artmasıyla aynı ortamda bulunan termometredeki civa seviyesinin yükselmesi üzerinde bilinçli varlıkların özgür iradelerinin önemli bir etken olmadığı ortadadır. Öyleyse bu göstergelerin gösterdikleri şey ile bağıntısının kişilerarası uzlaşıma dayalı olmadığı kolaylıkla söylenebilir.
Kişilerarası uzlaşım olgusu sanat için son derece önemlidir. Çünkü sanatın kavramsal gelişimi boyunca kırmaya çalıştığı bir çok estetik ölçüt ve tarihsel alışkanlıklar kişilerarası uzlaşımlara dayalıdır. Bir sanatçı, çalışmasındaki unsurların nasıl form bulabileceği konusunda kararsız kaldığında, genellikle estetik beğeni ve tarihsel alışkanlıklardan uzaklaşma eğilimi gösterir. Gerçi bu Marcel Duchamp, Bernard Venet ve diğer birçok sanatçının işaret ettiği gibi oldukça güç bir iştir.6 Nitekim sanat tarihinden rastlantısal olarak seçeceğimiz bir yapıtın çözümlenmesi, bir çalışmanın ne kadar çok estetik beğeniye ve alışkanlığa dayalı karar içerdiğini kolaylıkla ortaya koyabilir.
Yine de evrensel olduğuna inandığımız estetik ölçütleri ve tarihsel alışkanlıkları kırarak dünyaya bakışımızı değiştirmek, geçmişten bugüne sanatın en temel meselelerinden biri olmuştur. Ancak felsefi açıdan, estetik ölçütlere ve alışkanlıklara dayalı olmayan kararlar vermek istediğimizde başvurduğumuz yöntemlerin fazla alternatifi bulunmadığını belirtmek gerekir. Bu yöntemler, bizi çevreleyen dış dünyanın bileşenleri olan olaylar arasındaki nedensel ilişkilere ve/veya dilsel anlatımlar arasındaki mantıksal ilişkilere dayanmakla sınırlıdır. Bunlar üzerinde, kişilerin ne düşündüklerinin önemli bir rolü yoktur. Temelde, her ikisinin de kişiler arasındaki uzlaşıma dayanmayan bağıntılar olduklarını yinelemekte fayda var.
Bir sanatçının, çalışmasını nedensel bir ilişkiye dayandırarak gerçekleştirmesi, onun estetik ölçütlere dayalı keyfi kararlardan kurtulmasına olanak sağlamakla kalmaz, aynı zamanda değişimi doğal yoldan temsil etmesine de imkan tanır. Özetle, sözcük dağarcığı belirtisel göstergelerden oluşan bir dilin kapasitesi (gücü), devinim içindeki dış dünyayı temsil etmek için, sözcük dağarcığı kişiler arası uzlaşıma dayalı göstergelerden oluşan bir dile göre çok daha elverişli olabilir ve işte, içinde bulunduğunuz serginin kavramsal çerçevesi, böyle bir yöntemi görünür kılmaya yönelik bir önerme ortaya koymaktadır.
1 1957 senesinde Richard Hamilton, Victor Pasmore ve Lawrence Alloway tarafından düzenlenen “an Exhibit” küratör olarak sanatçı vakalarının başlangıcı olarak kayda geçmiştir.
2 Hal Foster bu konuya dair düşüncelerini “New Bad Days” başlıklı kitabında dile getirdi. Kitap, Koç Üniversitesi Yayınları tarafından Ferit Burak Aydar’ın çevirisiyle “Yeni Kötü Günler: Sanat Eleştiri Acil Durum” adıyla, 2016 yılında yayınlandı.
3 Sokrates öncesi doğa filozoflarından biri olan Herakleitos, bu ifadeyi, “Doğa Üzerine” başlıklı yapıtında dile getirerek, değişimi bir evrensel ilke olarak saptamıştır. Bugaün Milet olarak bilinen topraklarda yaşayan doğa filozoflarının öğretilerine büyük ölçüde bağlı kalmasına rağmen, Efes’li Herakleitos, değişimin bir evrensel ilke yani yasa olduğunu öne sürerek ayrışır. Algıdaki değişime öncelik veren öğretisi, yaklaşık yirmi yüzyıl boyunca düşünce tarihine egemen olan Aristoteles’in potansiyel/aktüel öğretisine dayanak olmuştur.
4 Arda Denkel’in, “İlkçağ’da Doğa Felsefeleri” adlı kitabı, bizi çevreleyen dış dünyayı kavramaya yönelik olarak gerçekleştirdiğimiz herhangi bir düşünsel etkinliğin önündeki en temel sorunsalın nesnelerdeki değişim olduğunu, Türkçe literatürde ortaya koyan az sayıdaki önemli kaynaklardan biridir. Denkel bu çalışmasında, Sokrates öncesi doğa filozofları da dahil olmak üzere, İlk Çağ’da yapılan felsefenin görece kısa denilebilecek bir zaman içinde ne kadar büyük bir ilerleme kaydettiğini açıklıkla ortaya koyar. Kitap, ilk defa 1986 yılında Kalamış Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır. sf. 25
5 Teo Grünberg’in ders notları ve makalelerini, “Anlama, Belirsizlik ve Çok-Anlamlılık” başlığı altında bir araya getirdiği bu kitap, Gündoğan Yayınları tarafından 1999 yılında yayınlanmıştır. sf. 8.
6 Konuyla ilgili detaylı bir bilgiye Türkiye’de 1969’dan bu yana kavramsal sanat etkinlikleri gerçekleştirerek sanat yapan Sanat Tanımı Topluluğu’nun internet sayfasına başvurulabilir: https://www.sanattanimitoplulugu.org