Boyacı (Painter) veya Resmin Malzemebilimi
Oğuz Karayemiş
- isim Boyama işini, boyacılığı meslek edinen kimse.
- isim Boya yapan veya satan kimse.
- isim Boya satılan dükkan.
Türk Dil Kurumu, “Boyacı”
Problem I: İmgeler nasıl ayakta durur?
Önerme I: Sanatta imgelerin cisimsel boyutlarını araştıran bir malzemebilimi vardır.
Önerme II: Resmin malzemebilimi, resmin ekosistemle bağlarını açığa çıkartır.
Yüzyıllardır onlara bakıyoruz ama onları göremiyoruz. O kadar aşinayız, görmezden gelmede o kadar ustalaştık ki zihinlerimize düşüncelerinin girmesi mümkün olmuyor. Resimden bahsediyorum. Ama tuvalin/duvarın yüzeyinde gördüğümüz imgeler olarak resimden değil. Cisimsel bileşenleri, yani resim mecrasını teşkil eden malzemeler bakımından resimden.
Ne demek bakıp da görmemek? Boyalarıyla, fırçalarıyla, tuval ve duvar gibi yüzeyleriyle resim mecrasının anlatıyı oluşturan imler lehine ortadan kaybolması. Biz seyirciler, resimlerin bizde uyandırdığı duygu ve fikirlerden bahsetmeyi severiz. Fakat onların nasıl ortaya çıkabildiklerini, nasıl ayakta durabildiklerini düşünmeyiz bile. Sadece seyirciler de değil eleştirmenler, teorisyenler ve tarihçiler de sanatın tarihini fikirlerin bir tarihi olarak yazmakta beis görmezler.
Yeterince uzun bir süredir sanatın düşüncenin bir kuvveti olduğunu, onun yaratımının en az felsefe ve bilim kadar fikir yaratımı olduğunu biliyoruz. Bunu kavramsal sanatın derslerinden derinlemesine öğrendik. Öyle ki artık sadece kavramsal sanat ve sonrasındaki eserleri düşünürken değil antik eserleri, hatta mağara resimlerini düşünürken de bu dersi yürürlüğe koyuyoruz: Sanat bir düşünce etkinliğidir. Her sanat eseri bir im sistemidir, imleri örgütleyerek imgeler üretir. Bütün imgeler ve onları teşkil eden imler, nihayetinde bir problematik oluşturan fikirlerin ifadeleridir.
Fakat sanatta bu ifadelerin hiçbiri boşlukta vuku bulmaz, daima bir mecra dâhilinde, özgül malzemeler vesilesiyle varlığa gelir. Güncel sanatta, özellikle yerleştirmeler aracılığıyla mecraların aşırı çoğalışı karşısında resim ve heykel gibi yerleşik mecraların akademik disiplini istikrarsızlaşmış olabilir. Belki de güncel sanatta “yerleştirme” mefhumu, mecranın neredeyse eserden esere farklılaşır hale gelişi karşısında kolaylık olsun diye kullandığımız kestirme bir yoldan ibarettir. Günümüzde sanatçı bir mecra mucididir artık. Fikirlerini verili mecralar içinde ifade etmenin ötesine geçip yeni mecralar icat eder, en olmayacak malzemelerde yeni ifade kudretleri keşfederek yaratır. Peki ya kadim mecralar? Peki ya resim?
Karşımızda işte Boyacı (Painter). Boyacı (Painter), yüzyıllardır yerleşikleşmiş olan resmin bir malzemebilimidir. Yağız Özgen, sanat pratiği boyunca dünya ve sanatsal imgeler arasındaki ilişkilerin mantıksal boyutlarına yoğunlaşmış olan analitik dikkatini şimdi resimsel imgenin cisimsel koşullarına çeviriyor: pigmentlere (boyar maddelere), boyalara, çeşitli kimyasallara, onların satıldığı dükkanlara. Yani var olmamaları halinde resmin de var olamayacağı bütün bir düzenlemeye.
Kendimizi abartmayı şüphesiz seviyoruz. Resimde eyleyiciliği (agency) düşünürken sanatçıyı, beyni, düşünceyi yegane eyleyici olarak ortaya koymak ziyadesiyle çekicidir. Oysa belirli bir yüzeye tutunarak belirli renk alanı ve figür ifadelerine bürünmek, boyaların, boyaları teşkil eden pigment ve diğer kimyasalların, onları yüzeylerde belirli bir şekilde örgütlemeyi mümkün kılan fırçaların kudretidir. Resim, bütün bu malzemeler ve kudretleri olmadan var olamaz. Resim, yalnızca algılanan dünya, algıyı örgütleyerek onu sanatsal ifadeye tercüme eden beyin ve yüzeyde üretilen imgeler arasında cereyan etmez. Ayrıca pigmentler ve diğer kimyasal maddeler aracılığıyla fizyokimyasal ve organik boyutlar da onda sarmalanmıştır. Bitkilerin, hayvanların ve cansız varlıkların bünyeleri aracılığıyla devasa bir ekosistemik çokluğu gerektirir. Özgül birer doğa parçası olan pigmentler, nihayetinde bu ekosistemik çokluktan sökülüp alınarak resmin malzemesi haline gelirler.
Problem II: Ressam nasıl iş görür?
Önerme III: Ressamın iş görmesi, onun gerçek koşulları da olan en az iki farklı boyacı işlevini gerektirir.
Fakat Boyacı’nın (Painter) aşinalığımıza—“kibrimize” diye okuyun—saldırısı burada bitmiyor. Nasıl ki resimsel imgenin varlığı ve işleyişi pigmentlerin, farklı kimyasalların ve fırçaların kudretlerine bağımlıysa ressamın işleyişi de boyacıya bağımlıdır. Hem de iki boyacıya: boya üretene ve onu satana. Ressam-sanatçı işlevi, kendi koşulunu bu iki boyacı işlevinde bulur. Fikirlerini tuvale yayabilmesi için boya hem üretilmiş hem de tedarik edilmiş olmalıdır. Üstelik ressam-sanatçı da tanımı gereği bir boyacıdır, zira o da şu veya bu yüzeyi boyamaktadır.
Ressam-boyacı, uzun bir etkinlikler silsilesinin sonunda bulunur: Çeşitli ekosistemlerden pigment içeren ham maddeleri çekip almak, onları işleyerek saf pigmentler elde etmek, saf pigmentleri uygun kimyasallarla ve birbirleriyle karıştırarak çeşitli renkteki boyaları üretmek, bütün bu süreçte bitmek tükenmez tedarik ağında seyahatler, nihayetinde bir dükkanın rafında son ürüne dönüştürmek. Ressam-boyacı, işte bu noktada boyacı-satıcıdan edindiği boyayı (umulur ki uzun bir süreliğine) son dönüşümüne hazırlar: bir resme.
Yine de mesele yüce gönüllü bir saygı duruşunda bulunmak elbette değil. Boyacı (Painter), bir seyahat teklifi olarak görülmeli: toplumlarımızda yaratıcı etkinliklerin dayandığı bağımlılık şebekesinde kaçak bir gezinti. Burada sanatın zanaatlerden özerkleşmesinden sanayileşmeye, aşırı uzmanlaşmadan işlevsel ayrışmaya kadar onlarca mesele gündeme gelecektir. Fakat Boyacı (Painter), bütün bu özerkleşme ve ayrışmaların geri planında bağımlılık şebekesinde yeni düğümler oluştuğunu, hatta belki de bu düğümlerin daha da sıkılaştığını hatırlatıyor. Resmin malzemebilimi, malzemenin etrafında örülen işlevlerin bağımlılık sistemini açığa çıkarıyor.
Problem III: Bir galeri nasıl ayakta durur?
Önerme IV: Galerilerde sergilenen/mübadele edilen sanat eserlerinin malzemelerinin ardında üretici ve tedarikçiler bulunur ki resim söz konusu olduğunda bunlardan biri de boyacı dükkanlarıdır.
Galerinin optik kalbinde bir dükkan: Pekâlâ kaide üzerinde bir heykelin yer almasının beklenebileceği bu düzlemdeki yapı, şimdi galerinin bir dışarısını galerinin içine kıvırıyor. Ama nasıl bir dışarısı burası? Nasıl ki imler boyaya, ressam-sanatçı boyacı-satıcıya ve boyacı-üreticiye açılıyorsa galeri de boyacı-dükkanına açılır. Sanat eserinin etrafında örgütlenen mekân-zaman olarak galeri (ve sanatçı atölyesi de) malzemeler etrafında örgütlenen dükkanlara dayanır. (Galeriler, neredeyse her yeni sergiyle duvarları tekrar boyandığından duvar boyacısı işlevine de dayanır elbette.) Örgütlenmiş mekân-zamanlar olarak galeri ve boyacı dükkanlarının şehrin birbirlerinden ayrışık olmalarına rağmen birbirlerine yakın bölgelerinde konumlanmaları da bu olguyu zaten vurgular: Karaköy’de Galata Köprüsü’yle kesilen sahil şeridinin iki yakası.
Boyacı (Painter), ressam-sanatçının dayandığı iki boyacı işlevine saygı duruşu peşinde olmadığı gibi galerinin dayandığı boyacı dükkanlarının mevcudiyetine bir güzelleme veya kentsel dönüşümle bunların muhtemel yok oluşuna bir ağıt peşinde de değildir. Galerinin kalbinde yeniden inşa edilen boyacı dükkanı, sanatın iki yakasını bir araya getirir, sanat icrasının türlü veçheleri etrafında oluşan mekân-zamanları iç içe geçirir. Bu hamleyle biz seyirciler de kendi seyirciliğimizin gerçek koşullarına açılmıyor muyuz? Bütün bu çaba ve yılgınlık, bütün bu malzemeler ve imgeler kalabalığının içinde ayak bastığımız zemine bakmıyor muyuz? Dükkanların serin ve loş ortamlarından atölyelere, galerilerin aydınlık ortamlarından dergilerin sayfalarına değin son derece karmaşık ve uzlaşılar kadar çatışmalarla da örülü bir maceradır sanat.
Önermelerin (Bir) Sonucu: Sanatın bileşenleri, daima kendi koşulları da olan başka bileşenlerle bağımlılık içinde zuhur eder ve özerkliklerini kendi etkinliklerini icra ederek kazanırlar.
Yağız Özgen önümüze çetrefil bir problematik koyuyor. Bir sanatçı olarak daha önceki çalışmalarında sanatçının tercüme işleminin, yani algılanan dünyadan sanatsal imgenin üretimine giden yolun peşinde katettiği problematiğini, Boyacı’yla birlikte bu tercüme etkinliğinin cisimsel koşullarına doğru genişletiyor. Kuşkusuz özgül bir düşünce etkinliği olarak sanat, özerkliğini tercümesinin yaratıcı işleyişiyle, verili olanın ötesine geçen problematikler kurma ve bunları yeni imgeler aracılığıyla ortaya koyma kudretiyle kazanır. Fakat bizzat bu etkinlik, ürettiği fikirlerin ayakta durmasını sağlayan malzemelere dayanır. Sanatın bir parçası olan işlevler, başka işlevler sayesinde iş görür. Onun etrafında örgütlenen mekân-zamanlar, kendisi dışındaki diğer mekân-zamanlara bağımlıdır. Boyacı’nın (Painter) önümüzde açtığı şey işte bu muazzam koşullar silsilesidir. Böylece sanat üretiminin “sanat nedir?” sorusunu yeniden ve yeniden sormayı gerektirdiğini bir kez daha idrak ediyoruz. Boyacı (Painter), bu soruya bir yanıt olduğu kadar sorunun şiddetinin ete kemiğe bürünmesidir de.