Galeri’de gerçekleşen ilk kişisel sergisi “Gizliden Sesler”den sonra bir kez daha aynı mekanda ikinci kişisel sergisiyle izleyici ile buluşuyor. “Şeylerin Ufku” adını taşıyan sergi, nesne ve mekan üzerine bazı hazır nesne ve füzen resimlerden oluşan bir yerleştirmeden meydana geliyor. Sanatçı sergide yer alan yerleştirmenin öteki işlerle kurduğu ilişkiyi şu şekilde anlatıyor: “Bu yerleştirme girişte yer alacak bir resmin canlandırması gibi biraz da... Sergide amaçladığım deneyim boşluk etrafında şekilleniyor büyük ölçüde. Nesne ve mekan üzerinden ruhsal bir alan ve mesafe ilişkisi göze çarpıyor. Özellikle resimlerimin genelinde bakışın dalıp gittiği imgeleri kovalıyorum; gözün boşluğa doğru kaydığı. Burada boşluğa işaret eden diğer iki şey de sessizlik ve dinginlik, zamansızlığa dair bir duygulanım.”
Sergi, nesne ve mekanın metafiziğine, onların görülen değil, sezilen ufuklarına dair resim ve hazır nesnelerden oluşuyor. Her çalışma spesifik olarak farklı katmanlarda okumaya olanak verse de serginin tamamında çalışmaların ortak bir izlenim ve duygulanımı söz konusu. Bunun en belirgini sessizlik. Akustik olarak değerlendirilebilecek birçok formun oldukça suskun görünmesi biraz gizemli hava verilmiş bir uzam da yaratıyor. Sergideki çalışmalar, birbirine bakan iki ayna gibi hem kendileriyle hem diğerleriyle girift ve birbirlerini açan bir ilişki halinde. Bu ilişki imgelerin gündelik yaşama karşılık gelen gerçekliklerini aşmaya çalışan, soyutlayan bir iletişim kuruyor aralarında. Bir nevi kendi aralarında susarak konuşuyorlar. Son dönem çalışmalarında ‘paralaks’ kavramı aracılığıyla nesneler ve mekanın ontolojik kırılmasını kayıt altına alan sanatçı, nesne ve mekanlar üzerinden boşluğa dair bir deneyimi hedefliyor. Sergi izleyiciye susarak hikayeler anlatıyor. Sabah yemek masasının üstünde unutulan bir fincan, akşam uzun süren bir sohbeti aydınlatan mum, şezlongun yanında kendine gölge bir yer bulan içi mandalina dolu bir kasenin mutlak sessizliği “Şeylerin Ufku”nda izleyiciye birer durum hikayesi sunuluyor. Sanatçı sergide yer alan çalışmaları hakkında şöyle konuşuyor: “Sergide ve sergideki resimlerde yer alan nesneler minimal formlarda bazı buluntu nesnelerden oluşuyor. Önceliğim, indirgenmiş formaların haricinde şekillerinin ilkel ve akustik özellikler taşıması. Aralarında kahve fincanı, kase, mum gibi çok tanıdık nesneler dışında yine aynı form özellikleri taşıyan tanımlaması güç nesneler de yer alıyor.”
Burada kompozisyonların, zamanı durdururmuşçasına ya da donmuşçasına oluşu resim ve yerleştirmelere hareketsiz, durağan ve sessiz bir atmosfer katıyor. Bir kahve fincanı sessizliğinde ayrılığı, kavuşmayı, vazgeçmeyi, çatışmayı saklıyor. Can Yücel’in dediği gibi, “Gürültüsü büyüyünce sessizliğin, marifet yosunlar gibi susmaksa” eğer, Yunus Emre Erdoğan’ın işleri derin bir sessizliğe bürünmüş halde hikayelerini duymamız için bekliyor. “Şeylerin Ufku” kendimiz de dahil olmak üzere şeylere dair ruhsal bir mesafeye işaret ediyor. Buradaki ufuk aslında iç görüye dair bir ufuk; şeylerin metafiziğine dair. Sanatçı “Şeylerin Ufku” sergi üretim sürecini şu şekilde anlatıyor: “Bu sergideki işlerim, geçmişteki çalışmalarımın birer parçası ve aynı zamanda devamı niteliği taşıyor. İlgilendiğim bazı temel kavramlar var, bunlar etrafında kendi bakışım üzerinden hayata anlam vermeye, etrafımı ve kendimi tanımaya çalışıyorum. Hâlâ ilgimi sürdürdüğüm bazı meseleler bu serginin de hakim bir kısmını belirliyor: Nesne, mekan, boşluk.” Kurguladığı kompozisyonlarda, imgelerde daha çok şeylerin görünüşlerinin ötesinde soyut bir bakış açısı yakalamaya çalışan sanatçının, pratikte beslendiği asal öğe ise bakış esnasında gözün dalıp gitmesi. Sanatçı ekliyor: “Bir manzaraya, bir resme, bir şeye bakarken gözün boşluğa doğru kayıp gitmesi, bu kas hareketi bende bazı ruh halleri canlandırıyor, bunları da çalışmalarıma yansıtmaya gayret ediyorum. Teknik olarak ise anlatımda daha indirgemeci ve soyut bir yaklaşım söz konusu. Bu yaklaşımları genel olarak kağıt üzerine kuru malzemelerle yansıtıyorum; füzen, toz pastel, grafit gibi... Aynı zamanda bu sergide resimlere konu olan bazı objeler de yerleştirme olarak yer alacak.”
Rüzgarda yelkenli gibi şişen bir tül, bir saksı kaktüs, bir kalorifer peteği Yunus Emre Erdoğan’ın sessiz hikayesinin birer kahramanı olabilir. Sanatçının “Şeylerin Ufku” sergisinde oluşturduğu kurgu onun meraklı bir göze sahip olduğuna işaret eder nitelik taşıyor. Sanatçı, izleyiciyi mekanın fiziksel yapısına dair küçük ayrıntılarla baş başa bırakıyor. Hikayenin olay dizisinde karşımıza çıkabilecek nesneleri ipucu olarak avcumuza bırakıyor ve susuyor. Nesnenin fizyolojisini sorgulutacak kadar minimal ve çoklu üretimler zaman zaman heykelsi bir forma dönüşen ayrıntılarla soyut bir algıya kapı aralıyor.
Sanatçının çalışmaları; dışarıyı göremediğimiz, zamanın akışını algılayamadığımız bir mekanda donuk ve şu anda asılı kalmış duygusu yaratıyor. Şimdiki zaman takılı kalan bir duygu hali... Buna yalnızlık hissi de ekleniyor ve izleyiciyi kendi iç sesiyle bırakıyor. “Nesnelerle ilişkimiz mesafeli değildir, her nesne vücudumuza ve yaşamamıza seslenir, insan özelliklerine bürünür” sözlerinin sahibi Maurice Merleau Ponty’nin “Algılanan Dünya” kitabında bahsettiği gibi Erdoğan da etrafındaki somut sınırlara içsel bir kavrayışla yaklaşıyor. Alışılagelmiş nesnelere şaşırtıcı şekilde alışılmadık bir yerden bakıyor. “Şeylerin Ufku” 7 Eylül-14 Ekim tarihleri arasında SANATORIUM’da izlenebilir.
Sergi, nesne ve mekanın metafiziğine, onların görülen değil, sezilen ufuklarına dair resim ve hazır nesnelerden oluşuyor. Her çalışma spesifik olarak farklı katmanlarda okumaya olanak verse de serginin tamamında çalışmaların ortak bir izlenim ve duygulanımı söz konusu. Bunun en belirgini sessizlik. Akustik olarak değerlendirilebilecek birçok formun oldukça suskun görünmesi biraz gizemli hava verilmiş bir uzam da yaratıyor. Sergideki çalışmalar, birbirine bakan iki ayna gibi hem kendileriyle hem diğerleriyle girift ve birbirlerini açan bir ilişki halinde. Bu ilişki imgelerin gündelik yaşama karşılık gelen gerçekliklerini aşmaya çalışan, soyutlayan bir iletişim kuruyor aralarında. Bir nevi kendi aralarında susarak konuşuyorlar. Son dönem çalışmalarında ‘paralaks’ kavramı aracılığıyla nesneler ve mekanın ontolojik kırılmasını kayıt altına alan sanatçı, nesne ve mekanlar üzerinden boşluğa dair bir deneyimi hedefliyor. Sergi izleyiciye susarak hikayeler anlatıyor. Sabah yemek masasının üstünde unutulan bir fincan, akşam uzun süren bir sohbeti aydınlatan mum, şezlongun yanında kendine gölge bir yer bulan içi mandalina dolu bir kasenin mutlak sessizliği “Şeylerin Ufku”nda izleyiciye birer durum hikayesi sunuluyor. Sanatçı sergide yer alan çalışmaları hakkında şöyle konuşuyor: “Sergide ve sergideki resimlerde yer alan nesneler minimal formlarda bazı buluntu nesnelerden oluşuyor. Önceliğim, indirgenmiş formaların haricinde şekillerinin ilkel ve akustik özellikler taşıması. Aralarında kahve fincanı, kase, mum gibi çok tanıdık nesneler dışında yine aynı form özellikleri taşıyan tanımlaması güç nesneler de yer alıyor.”
Burada kompozisyonların, zamanı durdururmuşçasına ya da donmuşçasına oluşu resim ve yerleştirmelere hareketsiz, durağan ve sessiz bir atmosfer katıyor. Bir kahve fincanı sessizliğinde ayrılığı, kavuşmayı, vazgeçmeyi, çatışmayı saklıyor. Can Yücel’in dediği gibi, “Gürültüsü büyüyünce sessizliğin, marifet yosunlar gibi susmaksa” eğer, Yunus Emre Erdoğan’ın işleri derin bir sessizliğe bürünmüş halde hikayelerini duymamız için bekliyor. “Şeylerin Ufku” kendimiz de dahil olmak üzere şeylere dair ruhsal bir mesafeye işaret ediyor. Buradaki ufuk aslında iç görüye dair bir ufuk; şeylerin metafiziğine dair. Sanatçı “Şeylerin Ufku” sergi üretim sürecini şu şekilde anlatıyor: “Bu sergideki işlerim, geçmişteki çalışmalarımın birer parçası ve aynı zamanda devamı niteliği taşıyor. İlgilendiğim bazı temel kavramlar var, bunlar etrafında kendi bakışım üzerinden hayata anlam vermeye, etrafımı ve kendimi tanımaya çalışıyorum. Hâlâ ilgimi sürdürdüğüm bazı meseleler bu serginin de hakim bir kısmını belirliyor: Nesne, mekan, boşluk.” Kurguladığı kompozisyonlarda, imgelerde daha çok şeylerin görünüşlerinin ötesinde soyut bir bakış açısı yakalamaya çalışan sanatçının, pratikte beslendiği asal öğe ise bakış esnasında gözün dalıp gitmesi. Sanatçı ekliyor: “Bir manzaraya, bir resme, bir şeye bakarken gözün boşluğa doğru kayıp gitmesi, bu kas hareketi bende bazı ruh halleri canlandırıyor, bunları da çalışmalarıma yansıtmaya gayret ediyorum. Teknik olarak ise anlatımda daha indirgemeci ve soyut bir yaklaşım söz konusu. Bu yaklaşımları genel olarak kağıt üzerine kuru malzemelerle yansıtıyorum; füzen, toz pastel, grafit gibi... Aynı zamanda bu sergide resimlere konu olan bazı objeler de yerleştirme olarak yer alacak.”
Rüzgarda yelkenli gibi şişen bir tül, bir saksı kaktüs, bir kalorifer peteği Yunus Emre Erdoğan’ın sessiz hikayesinin birer kahramanı olabilir. Sanatçının “Şeylerin Ufku” sergisinde oluşturduğu kurgu onun meraklı bir göze sahip olduğuna işaret eder nitelik taşıyor. Sanatçı, izleyiciyi mekanın fiziksel yapısına dair küçük ayrıntılarla baş başa bırakıyor. Hikayenin olay dizisinde karşımıza çıkabilecek nesneleri ipucu olarak avcumuza bırakıyor ve susuyor. Nesnenin fizyolojisini sorgulutacak kadar minimal ve çoklu üretimler zaman zaman heykelsi bir forma dönüşen ayrıntılarla soyut bir algıya kapı aralıyor.
Sanatçının çalışmaları; dışarıyı göremediğimiz, zamanın akışını algılayamadığımız bir mekanda donuk ve şu anda asılı kalmış duygusu yaratıyor. Şimdiki zaman takılı kalan bir duygu hali... Buna yalnızlık hissi de ekleniyor ve izleyiciyi kendi iç sesiyle bırakıyor. “Nesnelerle ilişkimiz mesafeli değildir, her nesne vücudumuza ve yaşamamıza seslenir, insan özelliklerine bürünür” sözlerinin sahibi Maurice Merleau Ponty’nin “Algılanan Dünya” kitabında bahsettiği gibi Erdoğan da etrafındaki somut sınırlara içsel bir kavrayışla yaklaşıyor. Alışılagelmiş nesnelere şaşırtıcı şekilde alışılmadık bir yerden bakıyor. “Şeylerin Ufku” 7 Eylül-14 Ekim tarihleri arasında SANATORIUM’da izlenebilir.
September 11, 2018