İstanbul Art News - Pencereden Görünen Dünya

Çağla Köseoğulları “Karanlık Dönerken” adlı sergisinde kağıt üzerine mürekkep işleri ile bir tren yolculuğunu merkeze alan videosunu sunuyor. Videoda, hızla
önümüzden geçip giden zamanların zihnimizde bıraktığı izlerin yansımalarını bir araya getiriyor.

Dünyanın manyetik alanını bir harita gibi kullanan gezginlerle, turistlerin arasında bir fark vardır: Turist bir gün mutlaka eve döner, bir gezginse asla eve dönmeyebilir. Sanatçı Çağla Köseoğulları kişisel sergisi “Karanlık Dönerken”de bir tren yolculuğunun durmadan dönen 1 dakika 31 saniyelik kısmını izleyiciye gösteriyor ve onu sonsuz kılıyor. Sanatçının sergisinde bu videonun dışında kağıt üzeri mürekkep işleri de bulunuyor. Köseoğulları ile 1 Temmuz’a kadar Sanatorium’da izlenebilen “Karanlık Dönerken”, üretim pratiği, tren yolculukları ve gelecek projeleri hakkında konuştuk.

Trende her bir kompartıman kendi içinde ayrı bir hikaye anlatır. İnsanlar başka, kokular, bakışlar başkadır. Siz “Karanlık Dönerken” serginizde bir tren yolculuğunun durmadan dönen 1 dakika 31 saniyesini izleyiciye gösteriyorsunuz. Sizin treniniz izleyiciye nasıl hikayeler anlatıyor?

Bu, bir tren yolculuğundan çok dışarıyı seyreden gözün hikayesi. Görüntülerin hızla kaybolduğu, yerini her seferinde yenilerine bıraktığı anlardan mütevellit bir seyir hali. Birbirini kovalayan bu anların aklımın ya da gözümün gerisinde oluşturduğu izlere tekrar tekrar form vererek anlamaya çalıştığım bir dünyada geziniyorum. Bir dünya ki bu; durmadan dönen, hep aynı yöne ama her seferinde yeniden.


Trenin içinden dış dünya nasıl görünüyor? Bu yol bizi nereye götürüyor, uçsuz bucaksız gibi görünen tünellerden çıkış var mı?

Son durağı olmayan, kendi ritminde yoluna devam eden bir tren. İçine girdiği tünellerden gün yüzüne çıkıp çıkamayacağını bilemediğim, baktığım yerden gözükmeyen ve belki de sonunu binbir farklı biçimde getirebileceğim bir rotası var bu trenin. Ama zaten sona ulaşmaya da çalışmıyorum, benim derdim manzarayı kaçırmamak. Esas olan kesintisiz seyir halindeyken ve zaman da hızla akıp giderken olup bitenle, etrafla kurduğum ilişki. Her geçtiğim yola yeniden bakmak ve ne gördüğümü anlamaya, keşfetmeye çalışmak için tekrarlardan oluşan bir metotla kağıdın üzerine zihnimde belirmiş olan formları üst üste koyarak çalışıyorum. Kağıda yansıttığım lekelerin seyrini izlemek manzarayla yeniden ilişki kurmama olanak tanıyor.

“Karanlık Dönerken” kağıt üzeri mürekkep işlerin yanında bir de videodan oluşuyor. Bu işler sergi mekanı Sanatorium’a nasıl yerleştirildi? Hepsi birlikte bir kompozisyon oluşturuyor mu, birbirleriyle iletişime geçiyorlar mı?

Büyük, daha karanlık, koyu ve yatayda gezinirken kâğıdın tamamını kaplayan yoğun lekeli işlerle beyaz kağıdın ortasında belirmiş hafif gri izlerle kaplı olan küçük işleri karşılıklı olarak asmayı düşünüyorum. Dengesini siyah beyaz karşıtlığından alacak ve videodaki tünellere girip çıkan trene atıfta bulunacak bir şekilde yerleştirmeyi planlıyorum. Tabii mekana girdikten sonra ufak tefek değişiklikler olması her zaman muhtemel. Bazen gözlerimin birer mercek, zihnimin de sürekli kayıt halinde bir kamera olduğunu düşünürüm. Belli kodlar, renkler, ışık oyunları, lekeler hep zihnimin içindedir.

Siz üretim aşamasında ne gibi metaforları, nasıl imgeleri kullandınız? Her bir manzara aslında neyi işaret ediyor?

Tren, seyrettiğim manzara, geçtiğim yol, içine girip çıktığım tüneller. Bunların hepsi birer metafor. Üretim aşamasında tüm bu metaforları kağıda nasıl dökebilirim, anlatmak istediğimi nasıl yansıtabilirim diye uğraşırken seyir halinde olmak kağıtta flu ve odaklanamadığım bir görüntüye, girdiğim tüneller ise içinden çıkıp çıkamayacağımı bilmediğim bir endişeyle resmin daha çok kararmasına yol açtı. Anlatmak istediğim her duygu katmanlar halinde kağıdın üstünde belirmeye başlarken her manzara geçtiğim yollardan çektiğim fotoğraf kareleriymiş gibi belirdi. Hatırlamaya çalıştığım geçmişle, geçenle yüzleşmek için.

Sanatorium’da daha önce izleyici ile buluşan “Yersiz” serginizde şehrin günlük hayat akışı içinde sıradanlaşarak göz ardı edileni, önemsiz olanı, değersiz kılınanı yeniden görünür kılıyordunuz. Bu serginizin tema olarak bir devamı niteliği taşıdığını söyleyebilir miyiz? Ya da ayrışan noktaları nelerdir?

“Yersiz” sergisinde kolektif algı ve ortak bilinçle şekillenmiş olan, günlük hayatın içinde hepimize aşina gelen ama görmezden geldiğimiz, eğretileştirilen aidiyetleriyle kenarda, kıyıda bırakılanların, atık, artık olarak tanımlananın peşine düştüğüm ve imgelere dönüştürdüğüm bir dünya vardı. Bu sergide ise tamamen kendi içime doğru yaptığım bir yolculuk var. Baktığım şeyi nasıl gördüğüm, gördüğüm şeyi nasıl algıladığım, algıladığım şeyi nasıl yansıttığımdan oluşan bir akışına kurgu. Tüm sergilerde bu var aslında ama bu seferki daha bir kendi kendine seyir, böylece kendini kavrama noktası.

“Karanlık Dönerken” gecenin sabaha kavuşmasını mı anlatıyor? Yoksa karanlık çağları, karanlık dönemleri, karartma gecelerini mi işaret ediyor?

Ya da tepemde dönüp duran mı, yoksa tekrar geri gelen bir karanlık mı bu? İzleyeni yönlendirmek istemiyorum, herkes kendi anlamını kendisi çıkarsın. O yüzden siz ne anlıyorsanız o.

Üretim sürecinizi bize anlatır mısınız? Nasıl bir çalışma rutininiz var?

Kafamı meşgul ettiğini fark ettiğim meseleyi kendi içinde bir düzen oluşturan hatta tekrar eden kelimelerle karşılar buluyorum kendimi. Her bir kelimeyi, tamlamayı kendi araçlarımla birbirine eklemleyerek ifade etmeye çalıştığımda, ortaya çıkan katmanlar yepyeni bir anlama bürünüyorlar. Bu da o meseleyi nasıl algıladığıma ilişkin kendine ait yeni bir boyut ortaya koyuyor. Bazen de bir duygu üzerinden yola çıkıp, formlarla oynayarak üzerinde hiç düşünmediğim yerlere varıyorum. Bir seri üzerinde yoğun olarak çalışıp zihnim ve gözlerim yorulunca, biraz uzaklaşmak, yaptığım işle arama mesafe koymak, nefesimi tazelemek için yepyeni formlar üzerinde oyunlar oynamaya başlıyorum. Bazen ortaya çıkan bu yeni formlar beni heyecanlandırır ve onları ileride başka bir şeye evrilmeleri için demlenmeye bırakıyorum. Rutin denebilir mi emin değilim, kendini o kağıdın başına geçmekten alıkoyamama gibi bir ruh hali daha çok. Sabah erkenden kahvemi yapıp yüksek bir enerjiyle çalışmaya koyuluyorum. Düşünme ve hazım sürecinde atölyede çıt çıkmıyor ama damıttığım fikri kağıda dökmeye başladığımda müzik hiç susmuyor. Sabah işe yoğunlaşma halinin, akşamları, bir de baharda gevşediği doğrudur.

Bize gelecek çalışmalarınız, projeleriniz hakkında bilgi verir misiniz?

Şu anda kesin bir şey yok ama nadasa bıraktığım bir sürü ön çalışma var. Nereye evrilecek, neye dönüşecek zamanla göreceğim. Fırçanın, kağıdın, mürekkebin, suyun, hepsinin ayrı bir karakteri var. Eskiden onlara tamamen hakim olmak, kendi kafamdakini birebir kağıda dökmek konusunda takıntılıydım. Şimdi ise her bir medyumun sesine kulak veriyorum, ben bir şey diyorum, onlar karşılık veriyor; sürekli diyalog halindeyiz yani. Bu da işlerin daha kuvvetle belirmesine, ifade ettiği şeyin daha çok altını çizmesine neden oluyor diye düşünüyorum. Birlikten kuvvet doğar, öyle değil mi?


Ege Işık

May 24, 2018