Dream Logic / Rüya Mantığı (1) ilk bakışta birbiriyle çelişen ya da tamamen zıt iki kavramın bir aradalığı gibi görünüyor. Oysa canlandırma yetisi, sezgiler ve kavrayışımız açısından bir düşünme aralığı açmak için anahtar bir tanımlama. Rasyonel zekayı, sezgi ve duyguyla yan yana getirebildiğimizde gerçek bilginin sağlam zemini için bir alan yaratabiliriz. Rüyanın doğası ve işlevleri hakkında pek çok soru hala cevapsızdır. Ancak mevcut kanıtlar, hayallerin yalnızca beyinden gelen rastgele bir sinirsel olgu olmadığını vurgularken uyku sırasında hayal gücünün yaratıcı ve anlamlı bir ürünü olarak ortaya çıktığını ileri sürmektedir. İşte bu nedenle “rüya mantığı” ifadesi bir oxymoron değildir. Hayal etmek için mantıksal bir mantığın varlığını kabul edersek; rüya mantığı, sıradan uyanık düşünceden farklı olan ama ondan ne aşağı olan ne de ona boyun eğen bir mantıktır.
Tarihsel referansı olan gerçek kraliçe portrelerinden farklı olarak burada paylaşılmış fantezilerin izini taşıyan, rüya alanında yeniden kendini var eden bir silüetle karşılaşırız. Portrenin birçok bakımdan eril ve dişil referanslardan arındırılmış, çocuksu, cinsiyetsiz ifadesi ve Şendil’in diğer çalışmalarını bilenler için başındaki taç ve yine bu resim için seçilmiş çerçeve yeni bir kraliçe önermesidir. Geleneksel resimlerdeki oymalı, işlemeli çerçevelere benzeyen fakat modern bir biçime sahip görkemli çerçeve gibi referanslar, rüyaların oyuncu karakterini ve kimi zaman da mutlu ve eğlenceli boyutlarını izleyicinin imgelemine dahil eder.
Belli belirsiz, ışık altında, yaklaşıp, uzaklaştıkça değişen yüze uzun süre baktığımızda ilk anda düşündüğümüz, rüyalara atıfta bulunan bu oyuncul referansları, kraliçe fikrine dair önceki bilgilerimiz ışığında bazen de kendi yansımamızın karıştığı bakışlarda daha koyu ve klostrofobik bir tona, etkiye çevirir. Resmin yarattığı tanıdık olanla, yabancı olan arasındaki etki, pembe rüyalarla, kabuslar arasında gidip gelen bir gerçeklikten kaçamadan ikisini de aynı anda hissetmemizi sağlar. Kararsız duygularla yaklaştığımız bir porte, rasyonel, uyanık bir zihin açısından bakıldığında, bir anlamı olmadığı –ya da tanıdık olmadığı- hissi yaratırken rüyaların daha geniş mantığı içinde mantıklı, bizi kraliçeye –aslında zihnimizde yer alan tüm kraliçe imgelerine- ikna eden bir hale bürünür.
Düş kuran bilincin temsili imgesi olarak bulut, yapısını oluşturan suyun temel niteliğini, farklı şekillere girebilmeyi özellikle çocuksu bakışın özgür ve yaratıcı alanında her herkese deneyimletmiştir. “Hep bir şeylerin dışında” bir manzara resmi kurgusunda bizi yine o oyuncu ve özgür alana çağırır. Klasik bir günbatımı manzarasının huzur veren yataylığına inat, dikey varoluşu ve fırtına öncesi sessizliğiyle zihnimizdeki diğer bulut imgeleriyle birleşir. Tıpkı rüyanın önceki günlerden sadece hatıraları ve sahneleri tekrarlamaktan çok öteye gitmesi gibi kişisel ve kolektif bilincin dolambaçlı derinliklerine doğru bir yolculuğa çıkarır. Burada sanat nesnesi, bulut imgesinde birleşerek hem düş kuran kişiyi hem de düş kuran kişinin dünyasını aynı anda inşa eder. Benzer şekilde sanatçının kendi boyunda ürettiği gül imgesi de bu çağrışımı güçlendirir. Çünkü tırtılları ben onun için öldürdümçalışmasının, sembolik olarak hem gül imgesine hem de küçük prens anlatısına dair referansları olsa da resim sanatçının kendi boyunda olması nedeniyle figüratif bir nitelik kazanmaktadır. Küçük prensin gülü imgesinde dış dünya karşısında ne pahasına olursa olsun ayakta durabilen, kırılganlığı da dayanıklılığı da aynı anda içinde barındıran bir figürle karşılaşırız.
Malzeme ve tekniği nedeniyle resimlerin dünyasından ayrılıyormuş gibi göründüğü noktada biraz daha yakından baktığımızda o dünyanın bir tamamlayıcısı olduğunu fark ettiğimiz yerleştirme, 2005 tarihli Sarı topun maceraları adlı çalışmanın yeni bir yorumudur. Bu yerleştirmede karelerin içinde yer alan sarı daire parçaları, rüyanın duyumlar, hatıralar, kavrayış ve muhakeme arasında gidip gelen alanına rasyonel aklın biçimlendirdiği geometriyle katılır. Resimlerde yer alan kare pikseller bu sefer sarı topun evreninde karşımıza çıkar. Tıpkı daha önceki sergilerinde olduğu gibi Dream Logicsergisinde de iki kutupluluğun paradoksunu oluşturan anlatımlar sanatçının sıklıkla başvurduğu yöntemlerden biri olarak karşımıza çıkar. Son derece titiz bir şekilde çalışılmış imgeler şaşırtıcı derecede tutkulu, naif ve çocuksu bir dünyadan gelirken yaşadığımız dünyaya dair bilgimizin devreye girdiği anlarda gerçekliğin daha sert sorularını da devreye sokar. Birden fazla yargı alanını kapsayan, sınırların geçişini içeren bir bakışa izleyiciyi davet eden bu resimlerin adlandırması da sanatsal ifadenin ayrılmaz bir parçasıdır.Pinkypole, Bir anlığına dünyanın tepesinde ya da Hep bir şeylerin dışında gibi adlandırmalar tıpkı imgelerin yarattığı etki gibi ya da rüyaların, gerçekliği çeşitli şekillerde gerer ve büker. Böylece aklın, diğer bilme biçimlerine erişmek için rasyonel analizin ötesine uzanması gerektiğine dair bir önermede bulunur. Pek çok gerçeklikte rahatça hareket eden, sanatçının hem sezgisel, hem de akılcı -bilgi kaynaklarından yaptığı- araştırmalarına rehberlik eden aynı zamanda gerçekliğin sert sorularını oyuncu bir tavırla karşılayabilen bakışını fark etmek, Şendil’in dünyasında dolaşmamızı, bu dünyayı deneyimlememizi kolaylaştırır.
(1) Resim, heykel, fotoğraf, ses ve ışık enstalasyonu gibi birçok tekniği eşzamanlı kullanarak farklı içerikleri görselleştiren Merve Şendil, bu kez gerçek ile rüya arasındaki sınırda gezinen resimleriyle gerçekliğin içinde saklı olan büyüyü, rüyalara dayanan ve bilinmedik kavramlara açılan imgeleri araştırıyor. Sanatorium’da 23 Ekim'de açılan ve 02 Aralık’a dek görülebilecek olan Dream Logicisimli sergisinde resimlerinin yanı sıra bir de enstalasyona yer veriyor.
Serginin küratörü; Özgül Kılınçarslan.
Rüya mantığı, en ilkel hayvani arzularımızı ve en yüce ruhani arzularımızı, en karanlık korkularımızı ve en parlak sevinçlerimizi kucaklar. Normalde uyanık bilinç tarafından tanınandan çok daha geniş bir deneyim ve gerçeklik yelpazesi sunar. Rüya, varoluşumuzun ayrılmaz bir parçasıdır. Sağlıklı bir zihin işleyişinin temel özelliklerindendir. Fakat rüyada gelişen hayallerin özerk ötekiliği, bu durumu birçok insan için rahatsız edici bir fenomen yapar. Rüyalarımız, hem bizi hem de biz olmayanı işaret eder. Bu nedenle de çoğu zaman rahatsız edici olarak tanımlanır. İstenmeyen tuhaf anılara ve rahatsız edici duygulara dair farkındalık oluştururlar ve böylece uyanık egonun egemenliğini tehdit ederler. Rüya görmenin en iyi ve en zorlayıcı bakış açılarını, hayallerin başka bir gezegenden gelen ötekiliğini hatırlamak için pembe bir kutup ayısına bakmak; hayal etmek, alternatif olasılıkları keşfetmek için iyi bir başlangıç noktası olabilir. Gerçekte rüyalar ve hayal gücü insanın doğuştan gelen bir hakkıdır ve büyük bir çaba gerektirmeksizin bu doğuştan gelen kaynağın potansiyelleri hakkında bilgi edinmenin en sağaltıcı biçimlerinden biri, sanat nesnesiyle iletişime geçmektir. Merve Şendil’in çalışmalarında, uyanık bilinç tarafından tanıdığımız imgelerin hayal gücü ve rüyaların etkisinde kazandıkları özerk ötekiliği görürüz. Uyanık egonun egemenliğinin dışına çıkarak, biz olanı ve biz olmayanı yeniden gözden geçirmeyi, soru sormayı tetikler.
Merve Şendil, Pinkypole aracılığıyla zihnimizdeki kutup ayısı imgesine sorular sorar. Kutupların soğuk beyazlığına karşılık, yemyeşil bir manzaraya yerleşmiş pembe bir kutup ayısı, tanıdık olanla yabancı olan arasında bir zihin yolculuğu başlatır. Sadece imgenin aşinalığına dair yer değiştirme değil, aynı zamanda sanatçının kullandığı renk paleti, boya dokusu ve pikselleşmiş imgeler, izleyiciye zaman içinde, gerçekliğin farklı alanlarına doğru ileri ve geri hareket eden böylece genişletilmiş bir rüya etkisini deneyimletir. Böylece izleyicinin bildiğini düşündüğü imgelerle, gördüğü imgeler arasında bir mesafe yaratarak, imgeyle yeni bir etkileşime olanak tanır. Bazen zihnimizin uyku sırasında çalışmaya devam ettiğini unuturuz. Aslında zihin önceki ve bazen uyku anındaki duyumlarımızı da devreye sokar. Aynı zamanda hatıralarımız hatta kayıt altına alınmadığını zannettiğimiz küçük anlara dair hatıralarımız da bu işleme dahil olurlar. Uyumak, dış dünyadan çekilmek anlamına gelse de uyku duyuları tümüyle dış izlenimlere kapanmaz ve çoğu zaman imgelemimizin ve rüyalarımızın malzemesini oluştururlar.
Bir anlığına dünyanın tepesinde, izleyiciyi garip, biraz ürkütücü ama biraz da tanıdığımız bildiğimiz kraliçe imgelerine benzer eklemeleriyle içine çeken, yaklaştıran bir imgedir. Kraliçe daha önceki kraliçe portrelerini anımsatan ögeler taşısa da aslında tümüyle yenidir. Bu yenilik onun tam olarak zihnimizdeki diğer kraliçe portrelerine benzememesinden ileri gelir. Merve Şendil’in önceki çalışmalarında da karşımıza çıkan kraliyet tacı sembolü bu kez dişil ve eril referansları çok keskin bir tanımlamayla ortaya konmamış bir yüze aittir. Kraliçenin tam karşıdan bize bakması, ikili bir yanılsama yaratır. Bize bakan bir kraliçenin gözlerine bakmakla, ayna karşısında yansıyan görüntümüze bakmak arasında bir yerde uyku, uyanıklık ve hayal dünyası arasındaki sınırlarda dolaşabiliriz. Şendil’in renk seçimleri ve kullandığı boya katmalı piksel etkisi bu muğlaklığı belirginleştirir. Gün doğumu ve gün batımında gördüğümüz alacakaranlık etkisini uyku ile uyanıklık arasındaki alacakaranlık olarak düşünürsek, karşımızdaki Kraliçe, sanat tarihinde yer alan kısmen belge niteliği taşıyan kraliçe portreleriyle, zihnimizdeki kraliçe imgesinin bir karışımı olarak karşımıza çıkar.