Tayf, fiziksel gerçeklerin, belli bir değer kümesi ile sınırlanmadan, birbiri ardına süreklilik içinde sonsuz değişmesi durumudur. Buna karşın şeyler, herhangi bir değer kümesinden belli bir değere sanal olarak karşılık getirilir ya da sabitlenebilir. Bir süreklinin kesikli, ayrık birimlere bölünüp temsil edildiği yapı dijital dildir. Bu ayrık yapı, konuştuğumuz dil de dahil olmak üzere birçok yapının özünü oluşturmaktadır.
İkilik sistemler üzerinde inşa edilen herhangi bir şey her uygulandığında bilgibilimsel açıdan aynı sonucu vermektedir. Bu, sınırları belli, üzerinde uzlaşılmış dijital dilin önsel (apriori) yapısından kaynaklanmaktadır. Oysa boyanan bir yüzey için aynı şeyi aynı kararlılıkla söylemek her zaman mümkün değil gibi gözüküyor. Zira uygulamada sonucu her zaman ve aynı şekilde oluşturmanızı engelleyecek birçok etken bulunmaktadır. Ancak bu durumun çalışmanın mantıksal yapısından bir şey alıp götürmesi imkânsız gözüküyor. Olsa olsa betimlemenin yetersizliği söz konusu olabilir.
Program arayüzlerinde ya da internette benim tarafımdan yeniden inşa edilen birçok renk paleti girdisi ya da renk çizelgesi ile karşılaşılabilir. Bunlar bulundukları ortamda tamamen fonksiyoneldir. Bu yerleşik fonksiyonlar ve fonksiyonların altında tanımlanan nesneleriyle arasındaki ilişkinin yeniden yapılandırılması bu serginin temelini oluşturmaktadır. Bu yeniden yapılandırmanın nasıl gerçekleştiği sorusu sorulabilir. Sorunun benim tarafımdan çözümü tekrar eylemine açılmaktadır. Bunca rengin tek tek bulunup yeniden uygulanması eldeki nesneyi (renk paleti girdisi) yerleşik fonksiyonundan oldukça uzaklaştırmaktadır. Her bir eylem ya da yeniden elde edilmiş renk, birimin bağlandığı bütün bir yapının formunu etkileyip değiştirmekte, nesnenin işleviyle olan ilişkisinin yeniden tanımlanmasına yol açmaktadır. Aynı zamanda bu eylemin hiçbir pratik yararının bulunmadığı yargısına varılabilir. Söz gelimi artık renk seçebileceğiniz işleyen bir renk kartelası bulunmamaktadır. Bu nedenle eylem, nesnenin birincil işlevi göz önünde bulundurulduğunda tamamen anlamsız gözükmektedir. Buna karşın bilgisayarların komut kümesine dayandırılarak işleyen yapısının bir resmi inşa ederken kullanılması, birinci ve ikinci ortamı ilişkilendirmesi, bu ortamların ne olduğuna ilişkin temel sorunlara değinmesi bakımından bir işleve sahiptir. Bu anlamda yapmaya çalıştığım, birinci ortam her nasıl yapılanıyor ise ikinci ortamda da benzer ilkelerin izlenilmesidir.
Bu sayede teknik ve daha az teknik olan yöntemler arasındaki karşılıklı ilişkinin açığa çıkarıldığı da söylenebilir. Flusser, teknik imajlar üreten nesnelerin içeriden biçimlendirilmiş (informed) olduğunu dile getirmektedir. Örneğin, ona göre bir bilgisayar içeriden biçimlendirilmiş olmalıdır. Tüm olasılıklar zaten mevcut, yerleşiktir. Kullanıcı bilgisayarların içinde ne olup bittiğini pek bilmese de arzuladığı imgeyi oluştururken dolaylı olarak kullanılan bir enformasyon bulunmaktadır. Herhangi bir nesnede içerilen bu tür enformasyonlar yoğunlaştıkça ona aygıt deme zorunluluğumuzun arttığı da söylenmektedir.* Bu yönüyle Flusser fotoğraf makinesi gibi teknik nesnelerin, fırça ya da tuval gibi aletlerle karşılaştırıldığında aygıt olduğunu ileri sürmektedir. Ancak fırça, sandalye ya da masa gibi bir nesnenin daha teknik nesnelerle karşılaştırıldığında az sayıda fonksiyonu yerine getiriyor olması nesnenin altında tanımlandığı fonksiyon uyarınca kodlandığını, yani içeriden biçimlendirildiği fikrini değiştirir mi? Daha açıklıkla fırça, sandalye, masa gibi ileri teknoloji ürünü olmayan nesne üretilirken fonksiyonu uyarınca kodlanıp biçimlendirilmiyor mu? Ya da bilgisayar kullanıcılarıyla karşılaştırıldığında fırça kullanıcıları fırçanın tanımında/formunda gerçekten ne olup bittiğinden haberdar mıdır? Bunun gibi sorular bu tür bir yaklaşım içerisinde yanıtsız kalmaktadır. Bilgisayar ve fotoğraf makinesi gibi teknik nesnelerde, nesneyi tanımlayan işlev ile nesnenin kullanıcısı arasındaki mesafenin genişlediği fikri nesnelerin içeriden ve dışarıdan olmak üzere iki tür biçimlendirilmesi söz konusudur yargısına benzer bir yanılsamadır.
En geniş çerçeveden bakıldığında sergi, dizmek eylemini tanımlayan soyut nesneleri, yani birimlerin başka yoğunluklara katılırken izlediği kanunları görünür kılmak fikriyle yapılanmıştır. Bütünleri oluşturan birimlerin, daha da genişletirsek iki aynı olmayan şeyin yan yana gelirken izlediği birtakım yan yana geliş koşulları ya da oluşum kuralları bulunmaktadır. Bu oluşum kuralları başka bir açıdan bakıldığında bir şeylerin yığın olmaktan öte tanımlanmasını sağlayan, şeyler arasındaki zorunlu ve yeterli ilişkiler toplamıdır. Çalışmalarda bütünün içerisinde yer alan her bir birim, içinde tanımlandığı ortamın bu düzenine işaret etmek uyarınca dizgeleştirilmiştir. Ancak düzenleri var eden ilişki ya da bağıntı gibi birtakım soyut nesneleri karakterize etmeden görünür kılmak oldukça zordur. Buna rağmen birimleri dizmek anahtar bir eylemdir. Dizmek eyleminin içinde yerleşik anlamlarıyla varlık gösteren birimler, aynı düzen içinde başka birimlerle tekrarlandıkça vurgu, birimlerin kendinden ziyade onların bu ortamlarda tanımlanırken izlediği ilişkiler ya da bağıntılar üzerinde gerçekleşebilmektedir.
Yağız Özgen Ağustos 2012
*Ulus Baker, Beyin Ekran, Derleyen: Ege Berensel, Birikim Yayınları, s.250