Karanlık Dönerken

24 May - 1 July 2018

Hızla Geçip Giden
Fatih Özgüven
Translated by Nazım Dikbaş

 

‘Bu bir hikaye değil… bu anların hikayesi, bir trenin camından görülen kaçak izler gibi.’
Clarice Lispector, Yaşam Suyu


Çağla Köseoğulları karanlık dönerken sergisindeki işler arasında bir tren yolculuğunun durmadan dönen 1 dakika 31 saniyesini de bize gösteriyor. Hımm. Bir tren yolculuğuna bakıp sonra mı bakmalıyız bu işlere?

 

Elbette, bir sergide bize bir tren yolculuğu sunulduğunda, onunla ilgilenmeden edemeyiz. Öte yandan karanlık dönerken sergisi bir tren yolculuğunun hikayesinden çok gözün hikayesi. Dışarıya bakan gözün. Ola ki bir trenden seyredilen, kendisi de hızla seyreden bir manzarayı seyreden gözün. Bir kelime ki ne kadar çok anlamı var ve aynı zamanda hem görüleni hem de hareket edeni imleyebiliyor. Çağla’nın işlerinin ikili aksı- seyr ve seyir.

 

Hızla seyredilen şey, unutulmaz zamanla, diyelim, ünlü şiirdeki dizeyi değiştirerek. Geçip-Giden-Seyredilen çoğu kere (gözümüzün gerisinde? zihnimizde?) bir iz oluşturur ve yolculuğun, konuların, hazların ve kaygıların hepsi bu ize dolarlar. Onların hepsi unutulduğunda iz kalır geride. İçine bir şeyler doldurabileceğimiz küçük bir cep gibi.


Gözümüz hızla geçip giden bir manzaraya (dalıp) baktığında, gördüğümüz hem bir hareket hem de hareket eden bir form, bir giderek- leke- olandır. Bu sergide gözümüzün önünden hızla geçip giden manzaralar gibi, ya da daha doğrusu onların izi gibi. Çağla’nın geçip giden ve artık bir manzaradan çok form olmuş manzaraları da böyleler. Biz de onlara bakarken, ve/ama, tren referansına rağmen, bunların bakışımızın önünden geçip giden formlaşmış izler olduğunu düşünmeliyiz belki de. Bu dereler tepeler ovalar vadiler tüneller az gidip uz gidenler bize birer leke olarak ulaştıkları için. Görülenin lekesi. Hatırlananın izi.

 

Ama gözün, daha da şairane bir işlevi var. Gözlerimizi kapattığımızda, kapalı gözlerimizin ardında, gözkapaklarımızın iç perdesi üzerine düşen lekeler. Lekeler, çizgiler, çizikler ve diğer izler. Gözümüzün algıladığının gözkapağımızın iç perdesinde kendi kendini yeniden yorumlayışının öyküsü.


Birinciler siyah, doygun ve çoğunlukla soldan sağa iseler de (ya da gözümüz onları öyle algılamaya yatkınsa) ötekiler gri-beyaz ve yukarıdan aşağılar. Çağla’nın geçip giden şeylerinin bir kısmı da işte bu çeşit bir görmenin, bakmayı kesintiye uğrattımızda gördüğümüz şeylerin dökümü.

 

Sinema perdesine düşen dijital öncesi görüntüden, film şeridinin üzerindeki zamanla oluşan çeşitli çiziklerden, hele hele filmi gösteren makinenin bir köşesine kaçan ve durmadan pır pır eden o çapaktan, onun hatıramızdaki izinden de söz edebiliriz.

 

Ama ne gerek var, bu görüntüler karşısında cebimize doldurduklarımız yeter bence.