Nerede Duruyorsun?
Nursaç Sargon
“Biz aşağıdan yukarıya taşınmaması gerekeni taşıyoruz. Biz güç kullanarak değil, eylemsizlikten gizlice akan ve büyüyene eklenen özsuyuz. Bilinmeyen yolları canlı maddenin açıklanamaz yasalarını biliyoruz. Biz yeryüzüne ait olanda uyuyanı, ölü olup da yine de canlıya gireni taşıyoruz.”1
Gizem Akkoyunoğlu, “Nerede Duruyorsun?” başlığını taşıyan ikinci kişisel sergisinde, geçmişten günümüze insanın kavram olarak içinde kaybolduğu “araf” ı konu alır. İnsan benliğini biricik kılan segmentlerden oluşan sergi; zamansız, herhangi bir coğrafi veri taşımayan öğelerle bir yüzleşme alanı yaratmayı amaçlar.
Akkoyunoğlu, Yunan mitolojisinde yeraltı krallığının girişinde durarak, burayı koruyan üç başlı köpek Cerberus’u anımsatan üç köpeğin olduğu çalışmasını, Caspar David Friedrich’in “The Abbey in the Oakwood” işinden ilhamla üretir. Görevi, giriş kapısını kollamak olan bu köpeğin, içeri girenlere davetkâr davrandığı, dışarı çıkmaya çalışanlara ise en kötü yüzünü gösterdiğine inanılır. Gün ışığından sergi alanına geçildiğinde duyumsanan derin karanlık hissi ile üç köpek izleyiciyi karşılar. Bu karşılaşmada, içeri girildiği düşünülürken dışarı çıkıyor olabileceğimize dair bir hissi kışkırtmayı amaçlar. Böylelikle, bu girişin ardından, nerede durduğumuz üzerine düşünmeye başlarken karanlığa dahil oluruz. Dikkatle bakıldığında, ormanda yürüyen bir jaguar belirir. Karanlıkta üstün görüş yeteneğiyle bilinen bu canlı, iyi bir gözlemci olduğu kadar, ne zaman görünür olması gerektiğini de iyi bilendir. Yaşamlarımızı gölgesinde sürdürdüklerimizle yüzleşerek kişiyi oluşturan parçaların keşfi için bizi yönlendiren jaguar, bir rehber görevi görür. Todd May, “Ölüm” isimli kitabında, hepimiz için, hakkında özel olarak düşünmesek bile hafızamızda saklı olan ve geçmişimizi oluşturan parçaların varlığından söz eder.2 Bu parçalar, benliğimizi oluşturur. Yeryüzü, yeraltı ve gökyüzüne uzanan orman, dünyalar arası geçit görevini üstlenen ağaçların arasında görünen jaguar... Kendi katmanlarımızın derinliklerine inmemiz için bizi davet eder.
Jaguar’ın ardından, başı ve sonu belirsiz yılanlarla karşılaşırız. Doğasında ikilikleri barındıran bu hayvan, ölüm ve kötülüklerin simgesi olduğu gibi, yeniden doğuşun da sembolüdür. C. G. Jung’a göre, “yılan, insanın bilincinde olmadığı dünyasal özüdür” ve “dünyanın ağırlığını olduğu gibi, dönüşen her şeyin belirdiği değişebilirlik ve filizlenmesini de kendinde taşır”3. Nefes alınamayan noktada, her şey aydınlanmaya başlar, bulunulan karanlık, derin ve mat siyahlığından yavaş yavaş uzaklaşır. İçe yolculukta rehberlik eden jaguarın ardından insan, yılanda kendisiyle karşılaşır. İçine hapsolunan gerçekler, kurtuluşu da simgeler.
Kendisiyle karşılaşan, yolunu çizebilme fırsatını yakalar. Örümceğin kendisi görünmese de ağı oradadır. Yeniden doğan, yolunu baştan planlayabilme fırsatına erişendir.
Yeni doğmuş kuşlar, sanatçının 2015 yılındaki ilk kişisel sergisinde yer alan yumurtaların bir sonraki evresidir. Karanlığın aşamalı derinliklerine inip kendiyle karşılaşanın, artık kendini uyandırma vakti gelmiştir. Bu, yeraltına gidenlerin peşinde ilerleyip geçitte tutsak kalan tüm ruhlar için bir çağrıdır.
Sergide son olarak, yaşadığımız dünyadan görüntülerle kurgulanan olası cennet ve cehennem tasvirleriyle karşılaşılır. Cehennem, insan elinin değdiği günümüz doğasından manzaralar içerirken, cennet ise tüm yıkımlara rağmen gücü yeniden ele geçiren doğadan sahneleri barındırır. Her biri bu dünyaya ait öğelerin bir araya gelişi, fantastik bir dünyadan görüntüler dizisi sunar.
1 C. G. Jung, Kırmızı Kitap, Kaknüs Yayınları, Sf. 370
2 Todd May, Ölüm - Felsefi Bir Deneme, Çev. Emre Keser, Say Yayınları, Ankara, 2019, Sf. 46
3 Jung, a.g.e., Sf. 153