Olanaksız Gözükse de
A. Laurie Palmer
Kapı gıcırdayıp çarparak kapanıyor ve başlıyoruz. Neredeyiz? Depo ünitelerinin yan yana dizili olduğu, tuhaf derecede temiz, parlak, aydınlık bir koridordayız. Yerde kümeler halinde yumurtalar görüyoruz. Genç beyaz bir kadın bu kapalı alanda yalınayak, yavaş ve dikkatlice, hiç ses çıkarmadan hareket ediyor, ta ki yerden aldığı yumurtayı depo kapılarından birinin oluklu metal levhasına sürtene dek. Metalin üzerinde kalsiyum karbonat, sert kabuğun üzerinde sert bir kabuk. Ardından yumurtayı havalandırma borularına düzensiz aralıklarla çarpıyor, o pürüzsüz oval form küçücük, girintili dikdörtgenlerle karşılaşıyor. Yine de çoğunlukla ölçülü ve yoğun bir sessizlik içinde hareket ediyor: bir yumurtayı yakından incelemek için yere eğiliyor, ağırlığını tartar gibi bir o eline bir bu eline alıyor, bazen de kulağıyla depo kapısı arasına sıkıştırıp dinliyor — ya da önce bir tanesini, sonra ikincisini ve üçüncüsünü alıp koyu renkli elbisesinin yan cebine atıyor, hepsi orada kayboluyor. Yumurtanın birini soyup yiyor. Şaşırtıcı, çünkü o âna dek yumurtaların pişmediğini ya da içlerinin boş olduğunu düşünmüştüm. Düşüncelere dalmış, yavaşça çiğneyişini izliyoruz, sanki her bir hissi bir deneymiş gibi. İlk bakışta yumurtalarla ile ilgili olduğunu düşünüyoruz, ancak kadının hareketleri ve duyusal sorgulamaları aracılığıyla kendini yavaşça belli eden ve parçalar halinde sunulan asıl soruya biraz daha yaklaşmış buluyoruz kendimizi: Bu yumurta nasıl ses çıkarıyor? Peki bunun tadı nasıl? Bu yumurtanın ayak parmaklarım arasındaki hissi nedir? Ne kadar ağır? Bu yumurta bilgi iletebilir mi, bana kapının ardında ne olduğunu söyleyebilir mi? Bu sorular herhangi bir cevaba direniyor, çözülemiyor. Videonun asıl mevzusu, yumurtaların ötesine geçse de onların garip ve çelişkili maddeselliği etrafında şekilleniyor.
Kadının koridor boyunca ilerleyişi sırasında araya başka görüntüler giriyor: mekanik bir tumblerda yüksek sesle birbirine çarparak dönen yumurta kabukları aniden duruyor, sonra gerisin geriye tekrar çarpışmaya başlıyor; iki bedensiz el bir kaşık üzerinde tekinsizce dengede duran yumurtayla çekişmeli bir oyun oynuyor—(senin mi, benim mi? zaman hem ileri hem geri gider mi?)—ya da yumurtalar düzenli bir şekilde tumblera dolduruluyor, kırık kabukları yakalanıyor, daha da eziliyor ve sonra bırakılıyor. Bu eylemler, soyut mavi bir boşlukta hızlı, düzenli, makinevari hareketlerle kaydedilmiş, sanki insan-dışı bir amaç onları yönlendiriyormuş ya da insana ait oldukları kendini belli eden bu eller makinelerin işini yapıyormuş gibi.
Kadının merakı istem dışı bir güç tarafından şekilleniyor gibi; bedenimizdeki otonom süreçlerin, bilinçli olarak talep etmediğimiz eylemleri gerçekleştirmemizi sağlaması gibi. Tam olarak uyurgezer olduğunu söyleyemeyiz. Aksine fiziksel olarak farkında ve dikkatli, ancak zamanın askıya alındığı, ne doğrusal ne de kümülatif bir biçimde hareket ettiği, sınırları belli bir alan içinde hareket ediyor. Koridorun sonuna geldiğinde, küçük mekanik tumbler onu bekliyor. Haznesi boş; diz çöküp yumurtaları doldurmaya başlıyor. Fakat yumurta kabukları tumblerda döndürülmüştü; çoktan paramparça olmuşlardı. Döndürülüşlerini ve takırdamalarını izlemiş, kırık kabuk parçalarının bir yığının içine düştüğünü görmüştük zaten. Yumurtaların-zamanı, tıpkı rüya-zamanı gibi, dairesel olmakla birlikte tekrarlar içerir ve rastlantısaldır (çatlayacak mı yoksa çatlamayacak mı?) Mineral açıdan bakacak olursak, yumurta kabukları kompostta kolayca çözünür; kabuğu oluşturan elementler önce bitkiler tarafından emilir, sonra da hayvanlar tarafından tüketilir ya da yavaşça birikerek tortul kayaçlar haline gelir—tabii hızlı bir şekilde tekrardan bedenlerde yumurtaya dönüşmezlerse.
Gülşah’ın işleri uzun süredir, yaşam ve yaşam-dışı addedilen arasındaki sınırda ileri geri salınan maddi failliği araştırmayı sürdürüyor Özellikle yumurtalar varlık ve nesne arasında gidip gelen bu alanda konumlanıyor. Kabuk serttir ama nefes alır, geçirgendir; içinde beklerken şekil alan, henüz kesin olarak canlı olmayan madde formunu geçici olarak koruyan bir çerçeve teşkil eder. Kabuk, başka bir bedenin dışındaki geçici evdir; ama aynı zamanda bu bedenin hem uzantısı hem de ürünüdür. Peki bu kapının arkasında neler oluyor?
Elizabeth Povinelli ve diğer birçok kişi yaşam ve yaşam-dışı (cansız) arasındaki sınırın neden bu kadar sıkı denetim altında tutulduğunu sorguluyor. Canlı varlıklar ve nesneler dünyası arasındaki geçişken karşılıklılığın kanıtları her yerde bariz bir şekilde görülürken; insanlar vücutlarının—tüm acayipliğine rağmen—maddi failliğini ve cansız nesnelerin canlılığını reddediyor. Bu reddediş aynı zamanda dünyanın henüz hayal edilmesine izin verilmeyen şekillerde dinlenme ve yenilenme potansiyelinin de reddedilmesi anlamına geliyor. Kapitalizmin üretkenlik talebi ve ölümlülüğe karşı bir savunma olarak geliştirilen insan istisnacılığı dinlenme, boş zaman, beden zamanı, uyku hali, mantıksızlık, çelişki, karışıklık, dolanıklık ve rüya gibi kavramların önünü keser ve onları dışlar. Bu kavraması zor sınırı daha yakından anlamak ve merakımızın üstüne gitmek için daha fazla alanımız ve zamanımız olsaydı, dünyaya dair başka neler öğrenebilirdik?
Lazer yazıcımın üzerinde strafordan yapılmış bir yumurta duruyor. Büyükçe, kaz ya da pelikan yumurtası boyutunda. Onu sahilde, ölü bir pelikanın yanında buldum. Burada, California kıyılarında, pelikanların ölüm sebebinin, okyanusun ısınmasıyla beraber balıkların pelikanların dalabileceği derinliklerin altında yüzmesi olduğu söyleniyordu. Pelikanlar, bu kadim kuşlar, yüzeye yakın yüzen her şeyi yiyorlar, ki bunlar çoğunlukla plastik atıklar. Pelikanlar ya açlıktan ölüyordu ya da boğazlarına takılan plastikten boğuluyorlardı, her iki durumda da ölüleri sahile vuruyordu. Bu strafor yumurtayı, Gülşah’ın benden sergisi için bir şeyler yazmamı rica ettiği sıralarda buldum. Bu durum beni ağlattı. Ama şimdi, aylar sonra, pelikanlar açıklanamayan bir şekilde geri döndüler. Yine alçaktan, yavaş bir şekilde uçan uzun formları dalgaların yarım metre üstünde. Prehistorik silüetleri gittikçe garipleşmiş, cılız gövdelerine orantısız büyüklükteki kafaları ve kanatlarıyla uçuyor, süzülüyor, dalgalanıyorlar; kocaman genişleyebilen çift çeneleriyle balık yakalamak için ansızın suya dalıyorlar. Balıklar tekrar yüzeye yakın yüzüyor; okyanusun hâlâ çok sıcak olmasına ve plastik atıkların birikmeye devam etmesine rağmen.
Yumurtanın çıkardığı tekdüze sesler* hem insani incelikleri hem de mekanik tekrarları olan ritmik ve büyülü sözler dizisi gibidir. Mekanik hareketler ve akışkan süreçlerin yanı sıra damlama, kayma, sızıntı, ateş ve gösterişli, hatta bazen zehirli gözüken renkler Gülşah'ın önceki işlerinde de mevcut. Bu videodaki tek renk ise kadının el ve ayak parmaklarındaki koyu mavi oje. Fakat bu renk sergide yer alan seramik eserlerin üzerindeki sırlarda ve uyku döngülerinin başlangıcını ve bitişini işaret eden hareketli LED ışıklarda da yankılanıyor. Fırınlanmış seramiğin süresi ve uykunun düzensizliğinin yan yana gelişi ve yumurtaların askıya alınması/gebeliği/dönüşümü zamanı aynı anda birçok yöne çekiyor. Sebep ve sonuç ilişkisi bu enginlikte önemsizleşiyor—"bir amaç uğruna" yok artık—sadece olanaksız gözükse de hayatı bir çırpıda yaratan öngörülemez bir yoldan çıkış ve aksama mevcut.
*Yazar burada chanting kelimesini kullanarak işin İngilizce ismine (A Chanting Egg, Near the Dent) atıfta bulunmaktadır.
Çeviri: Deniz İnal
Düzelti: Müge Karahan