Altı yalnız ağacın öyküsü
Sinan Bökesoy’un son enstalasyonu “Yalnız Ağaçlar”, 24 Şubat’a kadar Sanatorium’da görülebiliyor. Sanatçı, İstanbul, Madrid, Tokyo, Atina, Cenova ve New York’tan seçilen ağaçların duyduğu hikayeleri etkileşimli heykellerle anlatarak, ziyaretçinin duyma, görme, dokunma duyularıyla deneyimleyebileceği bir sergi ortaya koyuyor.
Günümüz şehirlerini tanımlayan Manuel Castells, şehir kavramının kul-lanılan teknoloji ile uzamsal olarak farklılaştığını savunur. Castells’e göre şehirdeki sanal ve gerçek topluluklar sürekli bir iletişim içinde olmalarına rağmen topluluklar ve bireyler arasındaki etkileşim azalıyor. Şehrin tekinsiz yapısı, içerisindeki bireylerin kendile-rine daha güvenli, korunaklı alanlar oluşturmasına sebebiyet verir. Şehir-sel entegrasyonun yeni versiyonunun dominant tek bir kültürün diğerlerini asimile etmesiyle gerçekleşmediğini söyleyen Castells, birçok yerel kültürün küresel güç, enformasyon ve zenginlik akışı ile dönüştürüldüğünü/yapılandırıldığını söyler.
Günümüzde akıllı telefon kullanımı ile değişen şehirsel pratikler Castells’in teorisini destekleyebilir. Instagram çevresinde oluşan yeni tüketim halleri ya da küresel bir şirketin farklı bir ülkede gündelik hayat pratiklerini değiştirebi-len varlığı bu duruma örnek gösterile-bilir. Şehrin teknoloji ve küreselleşme ile değişimi içinde yaşayan bireylerin yeniliklere uyum sağlarken kendile-rinden büyük yeni bir düzenin parçası haline geldiği öne sürülebilir.
Şehirde yaşayan bireyin şehri algı-lama süreciyse Merleau Ponty tara-fından şöyle açıklanıyor: “Duyular ve bilişsel süreçler bir bütün oluşturarak sadece yüzeysel imgelerle değil; bütün duyuların eşzamanlılığıyla bedensel olarak mekânsal bilinci oluşturmaktadır.” Ponty’nin sözlerine dayanarak, benzer yapılar çevresinde örgütlenen topluluklar ve bireyler benzer yaşam pratiklerine, algılama biçimlerine de maruz kalacaklardır diyebiliriz. Şehir üzerine düşünürken ortaya çıkan öznel değerler ise bireyleri üretim sırasında özgünlüğe ulaştıracak ögeleri sağlayabilir.
Özellikle ‘60’lı yılların sonlarında ortaya çıkan teknolojik gelişmelerin (kameranın dış mekan çekimlerine uygun hale gelmesi, ses işleme tek-niklerinin gelişmesi vb.) birey ve kent teması üzerine düşünme pratiklerini etkilediğini söyleyebiliriz. ‘70’li yıllar dan bu yanaysa ses, plastik/görsel sanatlara eklenen bir mecra olarak kabul ediliyor. Neauhaus’un 1966-68 yılları arasında sokaklardaki sese odaklanan “Listen” isimli çalışması, edilgen bir dinleyici olmanın karşısında durup, ses yürüyüşlerine dahil olan katılımcının bilinçli, aktif bir dinleyici haline gelmesini planlıyordu. Aktif bir dinleyicinin yabancılaşmış olduğu yaşam alanını anlamlandırarak ‘anlamsız ve soğuk olan mekan ile samimi, tanıdık bir ‘yer’ dönüşümünü deneyimleyebilecekti.1 Ses çalışmalarının ilk örneklerinden biri olan “Listen” üzerinden geçen zaman ses çalışmalarının etkisini azaltmadı. Günümüzde teknolojik olanaklarla güçlenen çok katmanlı, güçlü ses çalışma örnekleri var.
Henri Lefebvre’e göreyse bir şehrin varlığı/güzelliği bir çiçekten farklı olarak temsil edilecektir. Tanımlanan gruplar tarafından kompoze edilen şehir, başlangıçta sanat nesnelerinin karakterlerinden hiçbirine sahip değildir, fonksiyoneldir. Şehirler başlangıçta sanat adına kurulmadıklarından kendi başlarına sanat eseri sayılmadıkları gibi kendiliğinden gelişen doğal bir fenomen de değillerdir. Şehir, sosyal yapılar tarafından kurulan fonksiyonel özellikleri olan alandır. Örneklendirme için Venedik’i kullanan Lefebvre, şehrin estetik açıdan etkileyici olduğunu ancak bu görünümün yıllar içinde, insanlar tarafından oluşturulmuş katmanlı bir yapı sonucunda edinildiğini söyler. Lefebvre’in de belirttiği gibi şehri tek boyutlu, sıkıştırılmış bir veri gibi tanımlayamazsınız. “Kentselliğin biçimi şekle sahip değildir, o biçimsizdir, çünkü sonsuzdur.”2 Diğer yandan, şehirdeki bireyler için şehirden seçilen belirli bir katmanı, diğer katmanlara işaret eden, şehirlerin anlık görüntülerini vurgulayabilen verimli konulara dönüşebiliyor. Katmanlar, Lefebvre’in belirttiği gibi sanat üretimi amacıyla seçilip, temsil edilebiliyor.
Ses çalışmalarının ülkemizdeki en önemli temsilcilerinden olan Bökesoy, 2007’den bu yana sesi mecra olarak etkin olarak kullanan çok yönlü bir sanatçı. ‘Ağaçlar hayal kurar mı? Şehirdeki yalnız ağaçlar nasıl bir ormanı hayal eder?’ sorusundan yola çıkan, Sinan Bökesoy’un son enstalasyonu “Yalnız Ağaçlar”, 24 Şubat’a kada*r Sanatorium’da görülebiliyor. İstanbul, Madrid, Tokyo, Atina, Cenova ve New York’tan seçilen altı yalnız ağacın duy-duğu hikayeleri tasarladığı etkileşimli heykellerle anlatan Sinan Bökesoy ziyaretçisinin duyma, görme, dokunma duyularıyla deneyimleyebileceği bir sergi oluşturuyor.
“Yalnız ağaçlar, şehirde tek başına duran, ekolojik yaşamlarından koparılmış ağaçlar. Bizim için şehir süsü görevi görüyorlar. Bizim ağaçlara ne sunduğumuzu ses ortamlarını örnekleyerek tanımlamaya/anlamaya çalıştım” diyen Bökesoy, analog bir yapı ile oluşturduğu enstalasyonuyla bir ormanın yakalanamaz doğası gibi, altı ağacın anlattığı öykülerini de tekrarlanmayan, etkileşime açık bir yapıda sunuyor.
Etkileşimli heykellerle temsil edilen ağaçlar, ziyaretçilerin heykele dokunuşuyla kendi hafızalarından ortak temalardaki anılarını geri çağırıp kendilerine anlatılan öyküleri aktarmaya başlıyor. Karasal antenlerin temsil et-tiği ağaçların ürettiği sesi de siyamatik (ses dalgalarını görselleştiren bir sistem) ile gözlemleyebiliyorsunuz. Şehirdeki yalnız varlıklarına rağmen kendi ekosistemlerini oluşturan ağaçlar, tıpkı şehrin içine daha çok kapanmış, yalnız insanları gibi daha bireysel hikayeler anlatıyor.
Bu anlatının aslında Nâzım’ın hümanist yaklaşımının eleştirel ve distopik bir okuması olduğunu belirten Bökesoy, amacının şehirdeki yalnız ağaçlara bir orman hayali yaşatmak olduğunu söylüyor. Orman hayalinin sakin, besleyici bütünlüğünün karşısına bu kez insan doğasının kaotik yapısı çıkıyor. İnsanların ağaçlara sunduğu gürültü, kirli hava, beton belki de ağaçların in-sana sunduklarının tam tersi. “İnsan sesleri kimi zaman yağmur seslerine karışıyor. Değişik katmanlar bir araya gelip bir bütünü oluşturuyor. Biz doğayı ne kadar katledersek edelim birbirimizin parçası olma durumu değişmeyecek. Eserin kendi ekosistemi distopik bir estetik oluşturuyor” diyen Sinan Bökesoy, “Yalnız Ağaçlar” ile şehrin hafızasında kendine bir yer açıyor ve birey-kent-doğa arasındaki ilişkiyi yeniden sorgulamamızı sağlıyor.
Bökesoy’un bir diğer çalışması, geçtiğimiz ağustos ayında AppStore’da kullanıma sunduğu Nâzım’ın Ormanı. “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine” sözlerinden ilham alan proje teknolojinin iletişimizde daha çok yer bulduğu bugünlerde Nâzım’ın insanı yücelten, hümanist orman düşünü sanal bir ortamda gerçekleştiriyor. Uygulamayı yükledikten sonra Nâzım’ın dizelerini okuyup seçtiğiniz temsili ağacınızla ormanın bir parçası haline geliyorsunuz. Harita üzerinde tüm diğer ağaçların bir ağızdan yinelediği gibi; “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine…”
January 25, 2019