Her şeyi düzene sokma çabasının sonuçsuzluğu
HÜSEYİN GÖKÇE
Kerem Ozan Bayraktar, uzunca bir süredir bilimsel fenomenal olgulardan sanatsal bir imkan yaratmaya çalışıyor. En çok da astronomi ve biyoloji gibi bilimlerin ortaya koyduğu bulgulardan hareket ediyor. Kavramsal ve felsefi okumaları olan ‘sanat nesneleri’ üretiyor. Belli bir bağlam üzerinden düşündürmeye çalışıyor. Bir bütünü oluştururken belli ilişkiler ağı içinde yer alan öğelerin farklılıklarını vurgulamayı amaçlıyor. Bilgisayar, 3D modellemeler, animasyon, maket ve fotoğraflar üzerinden bir üretim pratiğini hayata geçiriyor. Bu türden pratikler ele aldığı konularla uyumlu olmasının yanında bu medyumlar yeni anlatım imkanları da sağlıyor. Öte yandan; çağdaş sanatın sosyal bilimlerle kurduğu ilişki sonucunda ötekinin sesini duyurduğu bir dönemde gökbilim ve doğa bilimlerinden yola çıkarak mikro ölçekte daha başka ötekiler, dıştakiler ve istenmeyenler üzerine düşünce ölçeğini genişletmeye çalışan işlere imza atıyor.
Örneğin 2015 yılında “Et Cetera” adıyla oluşturduğu kişisel sergisinde evrenin oluşmasında arta kalan tozları göstermişti. Güneş sisteminin öğelerinden asteroitler, özel bir adı olmayan cisimlerdir. Belli bir sistem içinde yer alan fakat o sistemin küçük ayrıntılarıdır. Ayrıca sanatçının şehirdeki kaba bitkiler de ilgileri arasında. Yani her-hangi bir forma sokulmamış, kültürel bir müdahalede bulunulmamış bitkiler. Şehirlerin serseri ve inançtı bitkileri. Yok edilmeye çalışıldıkça var olmayı, yaşam bulmayı başaran bir anlamda şehrin ev sahipleri aynı zamanda yersiz yurtsuzları… Belli bir sisteme uymayan, dışlanan canlıları… Beklenmedik, hiç hesapta olmayanlar… İnsan merkezli dünyanın neredeyse her şeyi bir düzene sokma çabasının sonuçsuzluğu.
Yaşadığı dönemde meydana gelen olaylar, bilimsel buluşlar, gelişmeler, değişimler bir sanatçının üretim pratiğini etkiliyor. Sanatçıların bilimsel gelişmelerden yararlanarak eserler üretmesine Pablo Picasso’nun bir eserinden örnekle açıklanabilir. Lütfü Kaplanoğlu’nun Sanat Dergisi’nde “Resimde Zaman ve Eşzamanlılık” adlı makalesinde Picasso’nun “Avingonlu Kızlar” adlı eserini oluştururken hangi bilim insanlarından nasıl yararlandığını şöyle aktarıyor. “Pablo Picasso, ‘Avignonlu Kızlar’ resmini yaparken kübizm anlayışının sanal boyuttaki ilk dört boyutlu figürünü ortaya koyar. Sanatçı dördüncü boyutu, iki boyutlu bir düzlemde gösterirken matematikçi Princet’in çoklu boyuttaki geometri anlayışından, Fransız Fizikçi Etienne Jules Marey ve Amerikalı Edward Muybridge tarafından çekilmiş alanlaşmış ardışık çekimli, çoklu ışıklandırmalı fotoğraf çalışmalarından yararlanır.”
Kerem Ozan Bayraktar da bilimsel fenomenal bir durumdan sanatsal ifade amacı taşıyan “Nix’in Evreleri” adlı sergisiyle 31 Ocak-13 Şubat tarihleri arasında Bilsart’ta yer aldı. Eski işlerindeki kavramsal bağa olan yakınlığını bu sergideki çalışmalarda da görebiliyoruz. Gök cisimleriyle kurduğu ilişkinin dünyaya dair söyleyeceği birçok şeyin olduğu fikrini ediniyoruz. Bu kez Pluto’nun beş uydusundan biri olan ve çok yakın bir geçmişte keşfedilen Nix’ten yola çıkarak yaklaşık sekiz dakikalık bir animasyon ve ona eşlik eden bir görselle bizi gökyüzüne doğru savuruyor. Videoyla göze göze geldiğimizde boşlukta yer alan bir kütlenin kendi yörüngesinde düzenli bir şekilde dönemediğine tanık oluyoruz. Belli bir hareket yönü yok. Biraz rahatsız edici. Belli bir düzen anlayışına hapsolmuş insan öznesi için hiç de istemediği bir durum söz konusu. Hemen neden bu şekilde hareket ettiğini ve bunun olası sonuçlarını öğrenmek için bilimsel verilere bakma ihtiyacı hissediyoruz.
Nix, kaotik bir yörüngede hareket ediyor. Dönme yönü ve süresi sürekli değişiyor. Bağlı bulunduğu gezegenin kütle çekiminden dolayı bütün bunlar... Bu kaotik durum onun ne şekilde davranış sergileyeceğini engelliyor. Newton mekaniğinin çok da olası sonuçlar veremediği bir uydu var karşımızda. Nix’in yörünge tahminleri hakkında tam bir kestirilemezlik var. Basın metninde bu uydudan yola çıkılarak oluşturulan animasyon şu şekilde tarif ediliyor. “Videodaki kütle Nix’in mevcut iki fotoğrafı referans alarak tasarlanmış. Kararsız bir sarkacı andıran dönüş hareketleri ise rastlantı içeren betiklerle oluşturulmuş.”
Hareket yönü kestirilemeyen Nix’ten yola çıkarak onun evrelerinin nasıl ola-bileceğine dair bir takvim hazırlayan sanatçı aslında dünyaya dair ürettiğimiz takvimlere yönelik bir okuma sunuyor. Doğada belli bir düzenin olmadığına dair vurgu yaparak biz onu belli bir düzen ve amaçlılık içinde gördüğümüzü eleştiriyor.
Pozitivizmle beraber daha da bir her şeyin ölçülüp biçildiği, hesaplandığı ve bir şekilde düzene koyulmaya çalışıldığı insan merkezli dünyanın eldeki verilerle çok çaresiz kaldığı bir uyduyla karşı karşı getiriyor bizi. Buradan hareketle; o ona kadar ki dünya bilgisinin mevcut durumları açıklamakta yetersiz kaldığında bir alan olarak bilim, felsefe ve sanat bu yetersizliğe karşı pozitivizme ve insan merkezli bakış açısına yenik düşmeden yeni bir bakış, kavrayış ve düşünüş yaratabilir sorusu kendini açığa vuruyor.
Diğer taraftan ‘kaos’u bir şekilde düzene getirmeye çalışmasına karşılık alttan alta kaosun devam ettiği gerçeği peşimizi bırakmıyor. Heseidos’un ünlü “Başlangıçta kaos vardı” sözü bir ‘içkinlik’ düzlemiyle neredeyse düzensizliğin hiçbir şekilde düzenli hale gelemeyeceğinin şimdide ve gelecekte olası yankısını da ifade ediyor aynı zamanda. Zaten çağdaş bilimdeki son gelişmeler de buna işaret ediyor. Düzenli, uyumlu ve statik bir birliktelikten söz edilemeyeceği gibi rastlantısallık, karmaşıklık, dengesizlik ve tahmin edilemezlik gibi durumlar olduğu dillendiriliyor. Böylelikle çağdaş bilimin bize sundukları giderek dünya bilgisine dayalı varsayımlarımızı ve buna dair kabullerimizi biçimlendiriyor. Geleneksel düşüncelerin günümüz dünyasında birçok yönden “geçerliliğini” yitirdiği dönemde evreni ve doğayı ve insanı anlama yoluyla oluşturulacak görüşler bilim, felsefe ve sanatta yeni reflekslerin ve bakışların yol açması kaçınılamaz.
Pluto’nun kütle çekiminden dolayı Nix’in düzensiz hareket etmesi onu farklı kılan bir uydu yapıyor. Yani bağlı bulunduğu küçük gezegen onun dönüş yönünü, süresini belli bir düzene sokamıyor. Bu durum, bir şekilde onu haylaz bir uydu yaptığı da söylenebilir. Daha mikro okumayla dünyanın gidişatına yön verenler, onu planlayıp, örgütleyip düzenlemeye çalışan büyük güçlere karşı kendi hareket ve süremizi tayin edeceğimiz zamanlar yaratmak gerekiyor. Böylece nesnel ve öznel zamanın koşullarını lehimize çevirebileceğiz. Bir başıboşluğu, ölçülüp gözlenemeyen, tahmin edilemeyen, öngörülemeyen, merkezde olmayan bir birey olma arzusunu harekete geçirebilmek gerekiyor. Bir uydudan yola çıkarak bu dünya üzerine özellikle zaman, süre ve hareket hakkında yeni bir bakış açısı getirmeye çalışan “Nix’in Evreleri” bir birey olma konusunda da yol almaya çalışan bizler için binlerce kilometre uzaktan göz kırpıyor. Kavramsal sanatın yaratabildiği çoklu düşünmeye kapı açıyor. Geleneksel zaman anlayışına karşı yeni bakış açıları sunuyor. Sosyal bilimlerin kavramlarıyla daha fazla sanatsal üretimlerin yapıldığı bu sıkışmışlıkta doğa bilimleri ve gökbilimi gibi başka dalların sunduklarını da sanatsal pratiğe aktarmak birçok bakış açısı sunacaktır.
HÜSEYİN GÖKÇE
Kerem Ozan Bayraktar, uzunca bir süredir bilimsel fenomenal olgulardan sanatsal bir imkan yaratmaya çalışıyor. En çok da astronomi ve biyoloji gibi bilimlerin ortaya koyduğu bulgulardan hareket ediyor. Kavramsal ve felsefi okumaları olan ‘sanat nesneleri’ üretiyor. Belli bir bağlam üzerinden düşündürmeye çalışıyor. Bir bütünü oluştururken belli ilişkiler ağı içinde yer alan öğelerin farklılıklarını vurgulamayı amaçlıyor. Bilgisayar, 3D modellemeler, animasyon, maket ve fotoğraflar üzerinden bir üretim pratiğini hayata geçiriyor. Bu türden pratikler ele aldığı konularla uyumlu olmasının yanında bu medyumlar yeni anlatım imkanları da sağlıyor. Öte yandan; çağdaş sanatın sosyal bilimlerle kurduğu ilişki sonucunda ötekinin sesini duyurduğu bir dönemde gökbilim ve doğa bilimlerinden yola çıkarak mikro ölçekte daha başka ötekiler, dıştakiler ve istenmeyenler üzerine düşünce ölçeğini genişletmeye çalışan işlere imza atıyor.
Örneğin 2015 yılında “Et Cetera” adıyla oluşturduğu kişisel sergisinde evrenin oluşmasında arta kalan tozları göstermişti. Güneş sisteminin öğelerinden asteroitler, özel bir adı olmayan cisimlerdir. Belli bir sistem içinde yer alan fakat o sistemin küçük ayrıntılarıdır. Ayrıca sanatçının şehirdeki kaba bitkiler de ilgileri arasında. Yani her-hangi bir forma sokulmamış, kültürel bir müdahalede bulunulmamış bitkiler. Şehirlerin serseri ve inançtı bitkileri. Yok edilmeye çalışıldıkça var olmayı, yaşam bulmayı başaran bir anlamda şehrin ev sahipleri aynı zamanda yersiz yurtsuzları… Belli bir sisteme uymayan, dışlanan canlıları… Beklenmedik, hiç hesapta olmayanlar… İnsan merkezli dünyanın neredeyse her şeyi bir düzene sokma çabasının sonuçsuzluğu.
Yaşadığı dönemde meydana gelen olaylar, bilimsel buluşlar, gelişmeler, değişimler bir sanatçının üretim pratiğini etkiliyor. Sanatçıların bilimsel gelişmelerden yararlanarak eserler üretmesine Pablo Picasso’nun bir eserinden örnekle açıklanabilir. Lütfü Kaplanoğlu’nun Sanat Dergisi’nde “Resimde Zaman ve Eşzamanlılık” adlı makalesinde Picasso’nun “Avingonlu Kızlar” adlı eserini oluştururken hangi bilim insanlarından nasıl yararlandığını şöyle aktarıyor. “Pablo Picasso, ‘Avignonlu Kızlar’ resmini yaparken kübizm anlayışının sanal boyuttaki ilk dört boyutlu figürünü ortaya koyar. Sanatçı dördüncü boyutu, iki boyutlu bir düzlemde gösterirken matematikçi Princet’in çoklu boyuttaki geometri anlayışından, Fransız Fizikçi Etienne Jules Marey ve Amerikalı Edward Muybridge tarafından çekilmiş alanlaşmış ardışık çekimli, çoklu ışıklandırmalı fotoğraf çalışmalarından yararlanır.”
Kerem Ozan Bayraktar da bilimsel fenomenal bir durumdan sanatsal ifade amacı taşıyan “Nix’in Evreleri” adlı sergisiyle 31 Ocak-13 Şubat tarihleri arasında Bilsart’ta yer aldı. Eski işlerindeki kavramsal bağa olan yakınlığını bu sergideki çalışmalarda da görebiliyoruz. Gök cisimleriyle kurduğu ilişkinin dünyaya dair söyleyeceği birçok şeyin olduğu fikrini ediniyoruz. Bu kez Pluto’nun beş uydusundan biri olan ve çok yakın bir geçmişte keşfedilen Nix’ten yola çıkarak yaklaşık sekiz dakikalık bir animasyon ve ona eşlik eden bir görselle bizi gökyüzüne doğru savuruyor. Videoyla göze göze geldiğimizde boşlukta yer alan bir kütlenin kendi yörüngesinde düzenli bir şekilde dönemediğine tanık oluyoruz. Belli bir hareket yönü yok. Biraz rahatsız edici. Belli bir düzen anlayışına hapsolmuş insan öznesi için hiç de istemediği bir durum söz konusu. Hemen neden bu şekilde hareket ettiğini ve bunun olası sonuçlarını öğrenmek için bilimsel verilere bakma ihtiyacı hissediyoruz.
Nix, kaotik bir yörüngede hareket ediyor. Dönme yönü ve süresi sürekli değişiyor. Bağlı bulunduğu gezegenin kütle çekiminden dolayı bütün bunlar... Bu kaotik durum onun ne şekilde davranış sergileyeceğini engelliyor. Newton mekaniğinin çok da olası sonuçlar veremediği bir uydu var karşımızda. Nix’in yörünge tahminleri hakkında tam bir kestirilemezlik var. Basın metninde bu uydudan yola çıkılarak oluşturulan animasyon şu şekilde tarif ediliyor. “Videodaki kütle Nix’in mevcut iki fotoğrafı referans alarak tasarlanmış. Kararsız bir sarkacı andıran dönüş hareketleri ise rastlantı içeren betiklerle oluşturulmuş.”
Hareket yönü kestirilemeyen Nix’ten yola çıkarak onun evrelerinin nasıl ola-bileceğine dair bir takvim hazırlayan sanatçı aslında dünyaya dair ürettiğimiz takvimlere yönelik bir okuma sunuyor. Doğada belli bir düzenin olmadığına dair vurgu yaparak biz onu belli bir düzen ve amaçlılık içinde gördüğümüzü eleştiriyor.
Pozitivizmle beraber daha da bir her şeyin ölçülüp biçildiği, hesaplandığı ve bir şekilde düzene koyulmaya çalışıldığı insan merkezli dünyanın eldeki verilerle çok çaresiz kaldığı bir uyduyla karşı karşı getiriyor bizi. Buradan hareketle; o ona kadar ki dünya bilgisinin mevcut durumları açıklamakta yetersiz kaldığında bir alan olarak bilim, felsefe ve sanat bu yetersizliğe karşı pozitivizme ve insan merkezli bakış açısına yenik düşmeden yeni bir bakış, kavrayış ve düşünüş yaratabilir sorusu kendini açığa vuruyor.
Diğer taraftan ‘kaos’u bir şekilde düzene getirmeye çalışmasına karşılık alttan alta kaosun devam ettiği gerçeği peşimizi bırakmıyor. Heseidos’un ünlü “Başlangıçta kaos vardı” sözü bir ‘içkinlik’ düzlemiyle neredeyse düzensizliğin hiçbir şekilde düzenli hale gelemeyeceğinin şimdide ve gelecekte olası yankısını da ifade ediyor aynı zamanda. Zaten çağdaş bilimdeki son gelişmeler de buna işaret ediyor. Düzenli, uyumlu ve statik bir birliktelikten söz edilemeyeceği gibi rastlantısallık, karmaşıklık, dengesizlik ve tahmin edilemezlik gibi durumlar olduğu dillendiriliyor. Böylelikle çağdaş bilimin bize sundukları giderek dünya bilgisine dayalı varsayımlarımızı ve buna dair kabullerimizi biçimlendiriyor. Geleneksel düşüncelerin günümüz dünyasında birçok yönden “geçerliliğini” yitirdiği dönemde evreni ve doğayı ve insanı anlama yoluyla oluşturulacak görüşler bilim, felsefe ve sanatta yeni reflekslerin ve bakışların yol açması kaçınılamaz.
Pluto’nun kütle çekiminden dolayı Nix’in düzensiz hareket etmesi onu farklı kılan bir uydu yapıyor. Yani bağlı bulunduğu küçük gezegen onun dönüş yönünü, süresini belli bir düzene sokamıyor. Bu durum, bir şekilde onu haylaz bir uydu yaptığı da söylenebilir. Daha mikro okumayla dünyanın gidişatına yön verenler, onu planlayıp, örgütleyip düzenlemeye çalışan büyük güçlere karşı kendi hareket ve süremizi tayin edeceğimiz zamanlar yaratmak gerekiyor. Böylece nesnel ve öznel zamanın koşullarını lehimize çevirebileceğiz. Bir başıboşluğu, ölçülüp gözlenemeyen, tahmin edilemeyen, öngörülemeyen, merkezde olmayan bir birey olma arzusunu harekete geçirebilmek gerekiyor. Bir uydudan yola çıkarak bu dünya üzerine özellikle zaman, süre ve hareket hakkında yeni bir bakış açısı getirmeye çalışan “Nix’in Evreleri” bir birey olma konusunda da yol almaya çalışan bizler için binlerce kilometre uzaktan göz kırpıyor. Kavramsal sanatın yaratabildiği çoklu düşünmeye kapı açıyor. Geleneksel zaman anlayışına karşı yeni bakış açıları sunuyor. Sosyal bilimlerin kavramlarıyla daha fazla sanatsal üretimlerin yapıldığı bu sıkışmışlıkta doğa bilimleri ve gökbilimi gibi başka dalların sunduklarını da sanatsal pratiğe aktarmak birçok bakış açısı sunacaktır.
March 5, 2019