Artful Living - Yapıbozuma Uğramış Bir Ölü Doğa

Ali İbrahim Öcal, Sanatorium’da açılan son sergisi “Ölü Doğa”yla, sanat izleyicisinin aşina olduğu “ölü doğa” olgusuna ilişkin algısını bir çeşit yapıbozuma uğratmaktadır. Bu yapıbozumla beraber aynı olguya modern hayatın gündelik pratiklerine ilişkin yeni bir anlam da takdim etmektedir. Sergide yer alan yedi farklı eser, “ölü doğa” olgusuna yönelik yeni tanımlar ve yorumlar getirmekle birlikte kendi aralarındaki yakın görünümlü mesafeli ilişkiyle birey ve doğa arasındaki güncel duruma da atıfta bulunmaktadır.

Ali İbrahim Öcal’ın “ölü doğa” olgusuna yönelik tanımları ve yorumları özellikle kenti deneyimleyen bireye çok uzak olmayan karşılıkları yüklenmektedir. Bireyin yerle bir ettiği doğayı, onu yıkıntılarının arasında tekrar deneyimlemeye çalışan sorunlu çabalarını, pişmanlıklarını, aynı zamanda acımasız tutumuna devam etmeye yönelik inatlarını bir bir sunmaktadır. Örneğin kurutulmuş manolya yapraklarından oluşan Mayıs-Ağustos Manolya Skalası isimli eser her ne kadar adı içinde sıcak ve canlı yaz aylarına referans verse de tuvalin üzerinde ölü, rengi koyuya çalmış, soğuk bir görünüm taşımaktadır. Pembe veya beyaz yüzlü manolyaları kalın tenli yeşil yapraklarından ayıran tuval, kent deneyiminin zamanla yok ettiği hem bireyler arası canlılığa, samimiyete hem de doğanın ölüm hikâyesine dikkat çekmektedir. Ancak bir sanat yapıtı olmak üzere yan yana gelen yapraklar aynı zamanda “geçmişe” veya “bizden olana” yada “yaşamdan olana” özlem niteliğiyle birlikte “saygı”yı da sunmaktadır. Modern bireyin onca yaprağın dokusuna hem hayranlık duyması hem de önünde ezilmesi eşzamanlı tezahür etmektedir.

Denizin Teni III isimli yapıt ise kimilerine göre sıradan bir tuval olabilir ancak kenarlarını aşmamaya özen gösteren çırpıntılı suları rengiyle beraber manolya yaprakları ile ortak bir anlatıyı sunmaktadır. Denizi sadece desen ile değil aynı zamanda tuval üzerindeki yağlı boya dokusuyla da hissettiren eser, sanki sergilendiği mekânın yanı başından, bugün izleyebildiğimiz bu serin yansımalı anların, kısa süre içinde ancak gözlerimizi kapatırsak düşleyebileceğimiz anlar haline gelebileceğini söylemektedir. Sanatçı her ne kadar hiper gerçekçi olmasa da Denizin Teni kendini uzun uzun izlettirecek kadar hakiki bir dokuyu ve yansımalar silsilesini taşımaktadır. 

“Ölü doğa” olgusuna yeni bir tanım sunan bir başka iş ise dar karanlık bir koridorun sonunda tıpkı mücevher gibi sergilenen bronz bir gül dalıdır. Kalın dikenleri ve parlak teniyle izleyici ile buluşan gül dalı, sergileme biçimiyle bireyin hızla tükettiği bir dünyada farkına varılmanın unutulan kıymetini sunmaktadır. Bu eserdeki bir başka önemli detay ise sanatçının gül dalının ne köküne ne de çiçeğine yer vermiş olmasıdır. Salt bir gül dalı bronz malzemesiyle suni bir yapı olarak sanki dokunsa dünyayı yeniden yaratacak sihirli bir çubuk gibi haşmetli yerini korumaktadır. Ancak ne başının ne de sonunun olmamasının yarattığı yoksunluğuyla modern bireye eserini iyi izlemesini dikkatle tembihlemektedir.

Üç parçadan oluşan Yanık Orman isimli eser de tıpkı Denizin Teni gibi içinde taşıdığı durumu açık bir biçimde çekincesiz anlatmaktadır. Dokusu ve malzemesiyle yanmış bir yüzeyi duvara taşıyan Yanık Orman, doğaya yapılabilecek en ağır eziyetlerden birini yeşilin tüm küskünlüğü ile vurgulamaktadır. Yapıt yanık bir yüzeyle beraber görüntüsüyle aynı zamanda doğal örgüsünden arınmış soğuk bir taş yüzeyini de anımsatmaktadır. Doğanın yoksunluk, yalnızlık, cansızlık, bitmişlik, çaresizlik ve parçalanmışlık hâllerini sunan eser gelecekte bireyin baş başa kalacağı yeryüzünü gösteren bir kartpostala dönüşmektedir. 
 
 
March 30, 2018